Saldırıya uğrayan askerler için yürüyüşler düzenleniyor, marşlar söyleniyor, ardı arkası kesilmeyen lanetler medyada, sokaklarda, her yerde yankılanıyor. Öldürülenlere, yaralananlara, yıkılan ailelere, mahvolan hayatlara ben de üzülüyorum. Yalnız, itirazım bu üzüntüyü dile getirirken, öldürülen askerleri "masum vatan evladı" diye nitelendirip, masum edebiyatı üzerinden uygulanan karşı şiddeti meşrulaştırmak. Kimilerinin ellerinde Türk bayrakları, kimilerinin elleri ülkücü işareti yapmakla meşgul, hepsinin yakalarında Atatürk rozetleri, aynı sloganlar. "Ne mutlu Türküm diyene", "şehitler ölmez, vatan bölünmez". Masum askerlerimiz ölmüş, o yüzden misliyle karşı şiddet uygulamak da vatan borcu haline gelmiş.
Öncelikle, bir asker masum olabilir mi? Asker kelimesinin anlamı nedir? Basit bir tanımla asker, savaş sanatını öğrenmiş, erden mareşale kadar rütbelendirilen insandır. Yani, öldürmeyi öğretmişsin, eline silah vermişsin. Zaten onlar da bunun için teslim olmuş. Yanlış mı? Doğru. Bu tanım itibarıyla, asker masum olamaz. İkisi zıt kavramlar çünkü. Öldürmenin çeşitli yöntemleri kendisine öğretilmiş, silah tutan insandan bahsediyoruz. İlker Başbuğ, Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu’nun katılımcılarına Merkez Orduevi’nde verdiği resepsiyonda, "Ben hâlâ kendimi teğmen gibi hissediyorum. Bazen teğmen bazen orgeneral gibi hissediyorum. Teğmen ne demek biliyor musunuz? Hücum eden demektir" demişti. Doğrudur. İyi asker de, iyi hücum etmeyi, iyi öldürmeyi bilen kişidir. Bu yüzden, savaş sırasında düşman askerini öldürmek suç kapsamına girmez, bir nevi nefsi müdafadır - ki neyin suç olup olmaması gerektiği konusu tartışılır, ben uluslararası hukuktan bahsediyorum.
Peki öldürülen askerlerin, ülkemizde masum görülmesinin sebebi ne? Çünkü hiçbiri esasında asker değil. Senin, 18-20 yaşında elinden zorla alınmış evladın, kuzenin, kardeşin, sevdiğin adam, nişanlın, kendi bedenin, senin hayatın ve bu mantıksızlığa, işkenceye dayanabilmek için bunu meşrulaştırmak zorundasın. Bunu da vatan, namus gibi kavramlarla da bir yere kadar gerçekleştirebiliyorsun. Yine de eline zorla silah verilmiş o "masum" insan geliyor gözlerinin önüne, canın acıyor, tek istediğin başkasının da canını acıtmak oluyor ve böylece senin de masumiyetin kayboluyor. Kabul edemiyorsun ki ölen ne vatan uğruna ölmüş bir kahramandı, ne de emin olmadığın öbür dünyada mükafatlandırılacak bir şehit. O da diğerleri gibi kullanılan, kutsadığın devletinin gözünde, emri altındaki ölmüş ve ölmeye hazır binlerce robottan sadece birisi olan, bir gariban ama senin için dünyanın en önemli varlığı, masum bir insandı.
Diğer tarafta kimler var? Hikayelerini çoğu insanın bildiği, çoğunun çarpıtarak yorumladığı, çoğunun da bu yazıyı "bu orospu çocuğu ne saçmalıyor?!" diyerek okuyacağı insanlar; Yani milli mücadelede kendilerine özerklik sözü verilmiş Türk olmayan, ama bu ülkede en az Türkler kadar söz sahibi, milli mücadele döneminde kurulan ilk mecliste resmen "Kürdistan, Lazistan mebusları" diye adlandırılmış kişilerin temsil ettikleri halklar. Sonrasında kendilerine verilen söz tutulmamış, Lozan'da bile temsil edilmemişler. İnönü, "onların temsilcisi de benim" demiş lakin Lozan'da verilen tüm tavizler Kürtlerin aleyhine olmuş. Bunun üzerine mecliste muhalefet yapmışlar, sonucunda meclis kapatılıp yerine Türkçüler getirilmiş ki Lozan bir an önce imzalansın da, meclis uluslararası meşrutiyet kazansın (Zaten yurrta sulh, cihanda sulh sözünün altında bu var. O antlaşma bir an önce imzalanmasaydı, herkesin foyası meydana çıkacaktı. Yoksa, onbinlerce kişinin öldürüldüğü, soykırım diyenlerin haklı argümanlarının olduğu Dersim katliamına savaş uçağıyla iştirak eden Sabiha Gökçen'i övecek, "Türk milleti kadınıyla, erkeğiyle askerdir" diyecek kadar Türklerin askerliğiyle, savaşçılığıyla daima övünen ulu önder barışa çok da meraklı değildi).
Neyse, Osmanlı öneminden beri şöyle ya da böyle itilmiş, sonrasında arkadan vurulmuş, yeni ırkçı-Türkçü yönetimin inanılmaz baskısına uğramış bu halkların bir kısmı ayaklanmış, en barbar şekilde bastırılmışlar. Büyük Türk askerlerin bu köyleri nasıl yaktığını, dereleri cesetlerle nasıl doldurduğunu, aman vermediğini gazeteler boy boy yazmış, övünerek. Bir yandan katletmiş devlet, diğer yandan da bölge halkını Türkleştirmek için "Kürt yoktur" diyen kitaplar bastırmaya başlamış. Lazlar zaten sinmiş, öyle asimile olmuşlar ki, Türkçülüğün en azılı savunucuları haline gelmişler (Ki bu durum ironik de olsa hep böyle işler; Örneğin kültürlerinden koparılan, atalarının kılıç zoruyla müslüman olduğu insanlar, İslam'ın en koyu savunucusu haline gelmişlerdir; Türkler, Pakistanlılar, Kürtler, Persler ve hatta Arapların büyük bir kısmı buna dahildir). Köy yakmak artık devlet politikası haline gelmiş. Binlerce köy yakılmış. Hani geçende öğrencilere uygulanan polis şiddetini eleştiriyorduk, bir kız, polisten dayak yiyerek çocuğunu düşürmüştü. Bugün terörist denilen kimbilir kaç Kürt kızı ellerine o molotof kokteyllerini alana kadar kaç çocuk düşürmüştür, kaç çocuk Kürtçe konuşuyor diye polisten dayak yemiştir, yaşlarının on katı hapis cezasına çarptırılmışlardır. Tarihle yüzleşmeyi hazmedebilecek kadar faşist olmamayı becerebildiyseniz, hamile kadınların karınlarının nasıl deşildiğini itiraf eden erlerin sözlerini okuyun. Kafanızdaki masum asker tanımına uymayabilir, lakin emir eri olmak, asker olmak böyle bir şey.
Katliamlar sonrası geriye kalanların çoğu Türkleştirme amacıyla batı illere, Türklerin çoğunlukta olduğu illere serpiştirilmiş. Buralarda da "dağdan inme ayı" diye muamele görmüşler. O zamanlar parti kurmak ne demek, Kürt diye bir şey var mı ki partileri olsun? Başvuracak mercileri yok. Bölge halkının istisnasız her bireyi, en az bir yakın akrabasını devlet terörüne kurban vermiş. Hesap soracak yasal bir merci yok. Bu arada solun dünya çapındaki yükselişiyle tekrar cesaretlenmişler, dağa çıkmışlar. Sonunda mecburen bazı temsilcilerinin meclise girilmesine izin verilmiş. Göstermelik tabi. Ya milletvekillikleri düşürülüp hapse atılmış, işkence görmüşler, ya partileri kapatılmış. Daha DTP kapatılalı, seçilmiş milletvekillerinin milletvekillikleri düşürüleli kaç ay oldu?
Kısacası, bizim masumiyetlimizi elimizden zorla alan, yerine tüfek veren aynı kişiler, onların da masumiyetlerini almış. Kabul edin veya etmeyin, düşük ölçekte seyreden bir iç savaş yaşıyoruz. Burada taraf olan, bu savaşın sürmesinden nemalananların ekmeğine yağ süren her piyon, her ölen insandan sorumludur. "Savaşın sürmesinden nemalananlar" ile kastım sadece PKK değildir. Şöyle bir sağlama yapalım, hangisini tercih edersiniz; Kürtlerin, ve yeryüzünde yaşayan tüm halkların, kendi kendilerini özerk bölgelerinde yönetmesini, çocuklarının istedikleri dilde eğitim almasını, hatta istedikleri takdirde bağımsızlıklarını ilan etme haklarının olmasını ve devletlerin insanların hayatlarına müdahale etmemesini mi, yoksa daha binlerce "kahraman askerin" kendini veda etmesini mi? Bu soruya yanıtınız ikincisiyse ve Kürtlerin anadilinde eğitim hakkını, kendilerinin istedikleri gibi, enselerinde devletin mermisini hissetmeden yaşamasını, bölücülük, dış güçlerin bize dayattığı bir oyun olarak görüyorsanız, Türkiye'nin tek tipleştirici üniter yapısına tapıyorsanız, sizin ideolojinizi oluşturan, size empoze edenlerin de, bu savaştan nemalandığı kanıtlanmış olur. "Benim dediğim gibi, hatta benim yaşadığım tarzda yaşayacaksın, aksi kanunlara aykırıdır, yaşam hakkını dahi elinden alabilirim" mantığı, tam da karşısında durduğunuzu sandığınız emperyalizmin ana felsefesidir. "Diyarbakır da Türklerin, Hakkari de Türklerin, hepsi bizim ve orada yaşayanlar bizim gibi yaşamak zorunda" diyorsanız, bu tam da yayılmacı, dayatmacı emperyalizmin kucağında oturduğunuz anlamına gelir. "Askeri mi kurban ederdin, toprak parçasını mı?" dendiğinde "Tabi ki askeri" şeklinde cevap veriyorsanız, sizin çocuğunuzu, kardeşinizi, sevgilinizi, hatta sizi kullananlar, sizin beyninize istedikleri operasyonu yapmış demektir.
İkincisi, böyle bir düşüncedeyseniz, eminim ki dağa, "birkaç askeri öldürmenin kar olacağını düşündüğü" için keyfi olarak çıktığını sandığınız "teröristlerden" hiçbiriyle konuşmadınız. Sizin beyninize bu düzen öyle güzel işlenmiş ki, doğduğunuzdan beri, annenizden, televizyondan, bakkaldan, hastanedeki beyin cerrahından, okuldaki resim öğretmeninden duyduğunuz puzzle parçaları beyninizde öyle bir harita olarak işlemiş ki, yolunu kaybetmiş bir aslan gibi oradan oraya saldırıyorsunuz, önünüze çıkanı parçaladıkça hayatınızı idame ettirebileceğinizi düşünüyorsunuz, bunu yaparken ekolojiyi mahvediyor, beslenecek bir şey bırakmıyorsunuz ve yolunuzu kaybettiğinizin bile farkınızda değilsiniz. Adamlar size, "ben farklıyım, senin gibi yaşamak istemiyorum" dedikçe, siz ona dalga geçer gibi "benim sahip olduğum haklara sen de sahipsin" diyorsunuz. Adamların tüm hukuki yolları kapatılmış, merkezi sistem, mecliste çoğunluk olmayanlara söz hakkı bile vermiyor ve ellerine silah almadıkları sürece tüm taleplerini küçük görerek reddediyorsunuz, sonra dalga geçer bir tavırla "çözümün yeri meclistir" diyorsunuz. Anlamıyorsunuz, anlamak da istemiyorsunuz. Şu kadarını söyliyeyim, sizin gibi, bu iç savaşta taraf olmaya zorlanmış, aslında asker olmayan o insanlar da birilerinin kardeşi, çocuğu, nişanlısı, kuzeni, sevdiği adam. Yalnız sizin farkınız, siz kendi "askerlerinize" şehit deyince vatansever kabul edilirken, bu adama terörist demeyen insanlar da devlet tarafından terörist ilan ediliyor. Soruyorum; Öldürülen askerlerin masum olarak görülmesi ve bunun neticesinde sizin masumiyetinizi kaybetmeniz, devletin uyguladığı karşı şiddeti "vatanı korumak" olarak algılamanız, yani o masum adamın zorla asker yapılması kimin işine geliyor? Kürt sorunu gerçeğini görmezden gelmek, Kürt hareketinin oldukça hiyerarşik, zalim, silahlı bir kanadının olması nedeniyle, devletin kendi eliyle yarattığı Kürt sorununu, dış güçlerin yarattığı ve ezilmesi gereken bir terör sorunu olarak görmeniz ve devletin, Kürt hareketinin şu ya da bu kanadında olan herkesi ezme politikasına destek vermeniz, kimin işine geliyor?
Askerler ne kurt işaretiyle, ne Türk bayrağı sallanarak, ne Atatürk rozetleri takılarak, ne slogan atılarak desteklenir. O "masum" 18'lik delikanlıyı savaşçıya çevirmeyeceksin, ölüme yollamayacaksın, en deli çağında "bu senin devlete borcundur" deyip sömürmeyeceksin o genci, ölmese de delirmesini sağladıktan sonra ona gazi ünvanı vermeyeceksin, masumiyetinin ırzına geçmeyeceksin bir zahmet. Kürt hareketinin silahlı, silahsız, az silahlı, çok silahlı, yasal, yasal olmayan tonla temsilcisi var, seç seç beğen. Ama birini seç artık ve masaya otur. Yoksa devletçi medya ve militarist eğitim sisteminin yapabileceği tek şey, batıdaki insanları kandırıp, doğuda olmuş ve olanları çarpıtarak, kendisi için ölmeye hazır rejim militanları yaratmak olmaya devam edecektir. Fakat bu, orada yaşayan, neyin ne olduğunu bilen, batıdaki insanlara "beyni yıkanmış" olarak gösterilen halkı ikna etmeye yetmeyecektir ve bu iç savaşta iki hiyerarşik düzen arasında taraf olmaya zorlanmış, aslında asker olmayan gencecik insanların ölmesinin devamı anlamına gelecektir. "Şehitler ölmez, vatan bölünmez", "vatan sağolsun" saçmalıkları da, bu çılgınlığı, kendi şaşırmışlığınızı bir süre örtmenizden başka bir işe yaramayacaktır.
Ben bu savaşta taraf değilim. Beni hayatta tutan şey de bu kutsanan toprak parçası olmadığı gibi, bu vatan, canımı da alamaz. Üstelik, dünyada kazanılmış hiçbir savaş yoktur. İnsanoğlunun birbirleriyle, hayvanlarla, doğayla girdiği ve girmekte olduğu her savaşı, kağıt üstündekiler ne derse desin, aslında iki taraf da kaybetmiştir ve etmeye mahkumdur. Devletin yarattığı ve üzerinden beslendiği bir sorun için, ne ben, ne sen, ne öteki, yeşil üniformayı giyip başka insanların kentlerine girmek, vatanı kurtarmak adı altında ölüme gitmek zorunda kılınamaz.
Not: Bu yazım Türk Ceza Kanunu'nun 318. maddesini ihlal etmiş bulunuyor. Kanun: "Halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir" şeklinde. Yani halk askerliğe çok sıcakmış ama onları soğutmak yasak. Üç önceki paragrafta sorduğum "o masum adamın zorla asker yapılması kimin işine geliyor" sorusunun cevabı da bu madde. Kürtlerin de, Türklerin de masumiyetini yitirmesini isteyen, masumiyetimizin ırzına geçenler, bu maddeyi yürürlüğe sokanların ta kendileri. Çözümleri ne? Terörü ezmek adına bölgeye daha çok genç yollamak, daha çok ölüme sebebiyet, daha çok kan. Adeta kökleri kanla sulanan bir ağaç haline gelmişler.
Ve kimsenin cesaret edemediği şeyi söylüyorum; Kürtlerin amacı ayrı bir devlet kurmak değil, lakin farzedelim ki öyle. Benim gözümde tek bir insanın, hatta bir kedinin canı bile, bir toprak parçasına feda edilemez. Eğer bağımsızlık isterlerse, bu, orada, Diyarbakır'da, Hakkari'de yaşayanların sorunudur, İstanbul'da yaşayan biri olarak benim sorunum değil. Oraya hiçbir askerin gönderilmesini, orada yaşayan insanlara "hayır, olmaz, burası bizim ve bunu kabul edeceksin" denilmesini, bölünme talebinin olduğu şartlar altında bile hazmedemem. Bölünülürse, bölünülür, nedir yani? Anlaşılmayan şey de bu zaten; Kürtler, onca şeyden sonra, onlara bölünme fikrini ifade etme hakkını dahi iade eden, güvenebilecekleri bir devlet istiyorlar. Askerleri madem o kadar çok düşünüyorsunuz, nedir bu gözünüzü doyurmaya yetmeyen toprak hırsı? Fazla toprağa sahip olmayı dünyanın en gelişmiş medeniyeti olmakla eşdeğer gören bir anlayışla büyümüş bir millet olarak, bu emperyalist bakış açısının kırılma zamanı sizce de gelmedi mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder