26 Şubat 2012 Pazar

Anti-Ermenist Salaklar ve Tohumuna Duyarlılar

Ne kadar hoş. Yaratıcılıktan uzak ırkçıların ve soft ırkçı olan milliyetçilerin hezeyanları ve ad hominemleri olmasa bize de yazacak konu kalmayacak.

Öncelikle şunu belirtelim: Hocalı'da olanlar katliamdır, 613 sivil katledilmiştir ve bölgede etnik temizlik amaçlanmıştır, bunu inkar edemeyiz. Kendi adıma lanetliyorum. Bu hakkı da, dünyada katliama uğramış tüm halkların üzüntüsünü paylaşmaya çalışan ve egemen güçleri lanetleyen biri olmaktan, yani tutarlılığımdan aldığımı düşünüyorum.

Ancak, kazın ayağı bundan ibaret değil. Taksim'i, Beşiktaş'ı, Şişli'yi, yani İstanbul'un dört bir yanını "Ermeni yalanına sessiz kalma" yazan posterlerle dolduran ve her köşede broşür dağıtan, "Hepimiz Hocalı'lıyız, Hepimiz Mehmet'iz" başlıklı siteler açan, sözlüklere "Hrant Dink için Ermeni olan Ermeniciler bakalım ölen Türk olunca Hocalı'lı olabilecek mi?", "Asıl soykırım budur, bunu kınayın" yazanların niyetleri başka. Niyet okuması yapmıyorum, nefret söylemlerinden bu anlaşılıyor zaten.

Öncelikle, bu odunların anlamadığı şey şu; Biz milliyetçilik karşıtları soykırım ve katliam yapan güçleri, ırklarıyla özdeşleştirmeyiz. "Yahudileri Almanlar katletti" demeyiz örneğin, "Naziler katletti" deriz. 1915'te Ermenileri Türkler katletti demeyiz, İttihatçi subaylar yaptı deriz, Dersim katliamı için de tek parti diktatörlüğünü suçlarız, "Türkler kasaptır" demeyiz. Hocalı katliamı da, Rus birliklerinin desteğindeki Ermeni kuvvetler tarafından gerçekleştirilmiştir. Şimdi sen bir organizasyon düzenliyorsun, "Ermeni yalanına sessiz kalma" gibi bir genellemeci, ırkçı slogan yazıyorsun. İkincisi, Türkiye tarihine altın harflerle yazılacak güzide "Hepimiz Ermeniyiz" sloganına karşı tavır aldığını "Hepimiz Hocalılıyız" sloganıyla vurguluyorsun. Aynı yıllarda olmuş Bakü katliamını, Maragha katliamını ağzına almıyorsun. Dersim, Halepçe, Zilan katliamları senin için hiçtir, Ermeni soykırımı zaten yalandır. Sen cahilsin, Fransa parlamentosu Ermeni soykırımını kabul etmese, Hocalı soykırımından haberin bile olmayacaktı, ilkel şartlı reflekslerle hareket ediyorsun. Senin organizasyonunda benim işim ne?

Nitekim beklenen oldu, Taksim'deki protestoda düşünülebilecek en ırkçı pankartlar açıldı. "Türkiye dar geliyor, bugün Taksim yarın Erivan. Bir gece ansızın gelebiliriz." yazılı MHP pankartlarından tutun, yine kimin kimi düzdüğü üzerinden dünya görüşünü şekillendiren insanların pörtlemelerine, "Bozkurt Ogün, Bozkurt Çatlı", "Ermeni piçlerinden intikamımız büyük olacak" sloganlarına kadar çok sayıda faşist söylemlere ve görsellere tanık olduk. Bu basit bir soykırım anma etkinliği miydi, bir Ermenofobi kesiti miydi?

Kimseyle hümanizm yarıştıracak vaktim yok. Oradakilerin katliamın kendisine değil, öldürülenlerin "kardeş", öldürenlerin "Ermeni" oluşuna tepkili olduğu açıktı. Daha en başından bu organizasyonun, Hocalı katliamını anmak ve sorumlularının yakalanmasına yönelik masum bir istekten ibaret olmadığı, Ermeni nefreti üzerine kurulduğu açıktı. Hatta bir tespitte bulunayım milliyetçi arkadaşım, Hocalı katliamına bilinçaltınızda seviniyorsunuz ki Ermenilere karşı bitmeyen nefretinizin bir gün için bile olsa haklı bir nedeni olduğunu kendinize kanıtlamış olun. Dün Ruanda'da olanlar, Türkiye'de sivil Kürtlere yönelik kontr-gerilla katliamları, aynı şekilde bugün Kolombiya'da sivil halka karşı uygulanan paramiliter katliamlar, sizi aynı şekilde yaralıyor mu örneğin? İnsan biraz tutarlı olmalı.

Ben içtenlikle Hocalı katliamının sorumlularının tespit edilmesini gönülden isterim ve bu zihniyetin ortadan kalkması adına halkların ellerinden geleni yapması en büyük temennimdir, birey olarak da üzerime düşeni yapmaya hazırım. Bugün Taksim'de olmayışımın nedeni "Hocalılıyım" demekten çekindiğim veya bu katliamı kınamadığım için değil, bir yas gününde bile nefret söylemlerinde bulunmayı başarabilen, ortadan kaldırılmasını istediğim zihniyetin parçası olan bu odun kafalı güruhla yan yana gelmeyi midem kaldırmayacağı içindir. İnsanlık suçuna ortak olamam, kusura bakılmasın.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Cehennemlik Olmamak için derhal Avrupâî Yaşam Tarzını Bırakın!

Dün Fatih Çarşamba semtinde bir restorandaydım. Mekanı "bir restoran" olarak belirtiyorum çünkü ismine bakmadım. Fakat tarif edebilirim; Cami avlusunun itfaiye tarafına değil çarşı tarafına (Malta diye de bilinir), yani Yavuzselim tarafına bakan girişinde, Mas Et'in bitişiğindeki restoran.

Söz konusu restoranın bu yazıya neden olması hizmetinden, hijyeninden veya yemeklerinden değil. Pek sık dışarıda yemek yemediğim için restoranlardaki geleneği pek bilmem, fakat burayı benim için farklı kılan şey, Enes Üner'in yazmış olduğu "İslam Düşmanlarını Sevmenin Zararları" ismindeki kitabın her masada iki adet bulunmasıydı.

Siparişimi verdikten sonra kitabın kayda değer bir bölümünü okuma şansım oldu. Kitap kısaca öncelikle, dünya üzerindeki insanların müslümanlar ve garyimüslimler olarak iki gruba ayrıldığını, İslam'dan haberi olup da müslüman olmayanların "İslam düşmanı" olduğunu Kuran ve hadislerle kanıtlıyordu, sonrasında ise müslüman olmayanlarla dostluk kurmanın, hatta onların istedikleri gibi yaşamaları gerektiğini savunmanın, onların saflarına katılmak olduğunu savunuyordu. Bunları yaparken anti-semitik ayetlerden tutun da, peygamberin sakal uzatıp bıyık kesme emrini yahudilere muhalefet etme gerekçesiyle verdiği, yine peygamberin yahudiler hakkında pek de nahoş olmayan sözleri, bu sözleri kanıtlayan muameleleri kanıt olarak sunuluyordu.

Kitap bana bilmediğim bir şey vermedi, zaten buradaki amacım kitap eleştirisi de yapmak değil. İslam'ın zaten böyle bir inanç sistemi olduğunu biliyorum. Hatta benim, müslüman ailede doğmuş ve dolayısıyla hayatının ilk dönemini müslüman olarak yaşamış bir insanın İslam'ı terketmesinin suçunun İslam hukukuna göre idam olduğunu da biliyorum. Daha birkaç gün önce, Mevlid Kandili'nde internete "bu gece dua etmeyeceğim" tarzında bir yazı yazdığı için idamı bekleyen Suudi gencin durumuna üzülen müslümanlarla tartıştım, yani inandığınız din bu, hanefilik mezhebinden tutun, vahabiliğe kadar her mezhepte ortak fikir irtidadın cezasının idam olduğu yönündedir, peygamberin emridir ve Osmanlı dahil, tüm İslami devletlerde bunun cezası idam olmuştur. Halkının çoğunluğunun müslüman olduğu ülkelerde yahudi düşmanlığı olduğu da bir gerçektir. İHH, Antisemitizm ve Kulak Sağlığı yazısında da değinmiştim, bizim ülkemizde de yahudi düşmanlığı bir realitedir. Kendisi İsrail karşıtı bir insan olarak da, ülkemizdeki İsrail karşıtlığının büyük oranda yahudi düşmanlığından kaynaklandığını düşünüyorum. İslam devletlerinin kendi halklarına uyguladığı zulümler ortadayken, diktatörlerinin müslüman olduğu ülkelerde Halepçe katliamı soykırıma varan suçlar işlenirken sessiz kalan bir halkın böylesine İsrail karşıtı çığırtkanlığı samimi değil. Bizzat Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi halkına zulmederek oluşturduğu sorunlara karşı başlayan halk hareketlerine bile "İsrail'in Ortadoğu'daki planının bir parçası" diye bakanlar, İsrail devletini sırf yahudi olduğu için haritadan silmek isteyen müslüman devletler ve İslami örgütlere hiç tavır almazlar. Sonuna kadar İsrail karşıtı biri olarak beni kimse, Arap dünyasında güçlü barış iradesi olmuş olsa İsrail'in bugüne kadarki tavrının süregeleceğini ikna edemez.

Konumuza dönersek, dinsiz bir insan olarak kitap beni tabi ki rahatsız etti fakat halihazırda üzerimde hissettiğim İslam'ın ve gelenekçi toplumun baskısı kadar rahatsız olmadım. Dahası, kitap bana hitap etmiyordu. Gayrimüslim yerlilerinin zaten silindiği, devlet eliyle %20'lerden %1'lere düşürüldüğü bir ülkenin restoranında neden gayrimüslimler kötülenir? "Çevrenizde bir Ermeni/Yahudi varsa kellelerini kesemiyorsanız ilişkinizi kesin" demek için mi bu koca emek? Hayır, nedeni çok açık, kitap zaten her yerde müslümanlara hitap ediyordu ve açıkça: "Avrupalı gibi yaşıyorsunuz, yeterince müslüman değilsiniz" diyordu ve bunun ne kadar kötü bir şey olduğu, İslami olmayan kıyafetleri, davranışları, zevkleri diğer kültürlerden ithal etmenin, ilelebet yanması kesin olan o kültürün insanlarıyla cehennemde aynı yeri paylaşmaya götürecek kadar günah olduğu dini metinlerle kanıtlanıyordu. Zaten Türk-İslamcı kesimler olsun, dindar çevre olsun, hatta başbakan olsun, fikirleri hep bu yönde olmadı mı? "Batının teknolojisini alalım, ahlaksızlığını değil" diyen büyük bir çoğunluk yok mu? Bu arada bu düşünceyi de anlamış değilim, daha 50-60 sene önceye kadar salt hıristiyan kültürünün hakim olduğu, bugün her yerde okuduğumuz, duyduğumuz cinsel çağrışımları içeren kitapların "çok müstehcen" olduğu gerekçesiyle yasaklandığı bir Avrupa vardı; İngiltere'si de böyleydi, Hollanda'sı da, hatta "batı" kavramını tümden reddediyorsak, Amerika da böyleydi. Günümüzde bile müslümanlar kadar muhafazakar olan, bekarete önem veren, erkek egemen çok eşliliği savunan Amerikan hıristiyanlar yok mu? Avrupa kültürü nedir? Amsterdam kültürü ile, Bulgaristan'ın doğu köy kültürü aynı mıdır örneğin?

Buradaki taktik net; İnsanları ahlak çöküşü ile korkutup muhafazakarlaştırmak, sonrasında İslam birliği kurup tarihin yayılmacı-fetihçi kültürünü canlandırmak. Tabi bu da eskisi gibi savaşla olmaz, söz konusu olacak şey kültürel fetihtir. Kültürel yönden Avrupa'daki radikal müslüman göçmenlerin artışta olan eylemlerini ve isteklerini gözardı etmeyi bırakıp, "islamofobi" denilen şeyin üç beş İslam cahilinin zırvaları olarak görmekten biraz vazgeçersek, uluslararası-ekonomik yönden "piyasa İslamı" kavramını görürsek, dediğim anlaşılacaktır.

Bu yazıdan kesinlikle herhangi bir merciye çağrı yaptığım, "Adresi de veriyorum, o kitapları kaldırsınlar" gibi bir şey ima ettiğim anlaşılmasın. Ben nefret suçu da dahil hiçbir suçun yasaklarla, cezayla çözüleceği taraftarı değilim. Evet, o kitapta yazılanlar nefret suçudur ama İslam'ın kutsal kitabı Kuran da nefret suçu işlemektedir. Yahudilere maymun, eşek, hıristiyanlara pislik, sapkın demek gibi. Zaten o kitaptakiler, Kuran'ın söylediklerinden başka bir şey de söylemiyor. Çarşamba semtinin sevdiğim yanı budur. İnsanı tek yanlıdır, görüşleri dünyada en taban tabana zıt olduğum birkaç görüşten birisidir fakat en azından neye inandıklarını bilirler. Ülkede gerçekten İslam tartışabileceğiniz ender topluluktan birisidir. Müslüman olup da İslam'ın doktrinlerine bağlı yaşayanlara "gerici" diyen cahillere İslam konusunda hepsi ders verebilir. Devletin sözünden dışarı çıkamayan Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan da, kökleşmiş Gülen Cemaati'nden de daha dürüst bir duruşu vardır bu halkın. Ayrıca keşke her restoran kitapla dolup taşsa, Ortaköy'de bir restorana gittiğinizde de anlamsız aksesuarların yerine duvarlara gömülü kitapçıklar olsa. Dünya eserlerinin yüzyıllar sonra ancak çevrilebildiği, düşünce seviyesi böyle geriden gelen bir toplumda yaşıyoruz, en cahil insanlar televizyonlarda otorite konumunda konuşuyorlar. Çarşamba semtinin bahsettiğim mekanından geçtiyseniz, çarşıda sürekli olarak cami avlusuyla bitişik binadan, hoparlörler ve kasetlerle vaaz verildiğini, cihad çığırtkanlığı yapıldığını, ilahiler okunduğunu falan biliyorsunuzdur. Dinleyip dinlememe özgürlüğümüzün olmadığı bu duruma göre, restoranlara kitap koymak çok daha yerinde bir eylemdir, buna da şehrin kullanılabilir her boş arazisini meyve ağaçlarıyla donatmak fikrim kadar destek verebilirim, kitabın içeriği ne olursa olsun. Unutmayalım ki, bugün en özgür görünen ülkelerde bile nice nefret suçları işlenmiş, duyulması en ürkütücü sözler söylenmiş, insanlar tarihleriyle yüzleştikten sonra bunları reddetmiştir. Biz bu aşamadan geçmeden, halkı nefretle dolu bir ülkede yasaklar hiçbir işe yaramayacaktır. Ben "hakaret" ve "eleştiri" ayrımı yapan kanunlara bile hiçbir zaman anlam verememişimdir. Tu quoque ve ad hominemcilik beni küfürden daha çok etkiler örneğin. Bir insan "kemalist" damgası yemeyi hakaret kabul ederken, orospu çocuğu sözü ona bir şey ifade etmeyebilir. Bunu beyan eden insana da bir kemalist karşı çıkıp, "Bizi orospu çocukluğundan daha aşağı mertebeye koydu" diye dava açabilir. Faşizm onlarca ideolojiden biri midir, bir hakaret midir? Normal bir insana söylendiğinde eleştiri olabilecekken, hakaret edilmesi anayasal olarak normal insana hakaretten daha suç olan Atatürk hakkında kullanıldığında kesinlikle hakaret haline mi gelmektedir? Küfürün zararı nedir ki suç olsun? Küfür suçtur dediğiniz zaman, "Anama küfretti vurdum" zihniyetine yardım etmiş olmuyor musunuz? Hep söylemişimdir, adalet dediğimiz şey hakimin keyfiyetidir. Hukuk ne derse desin, hakaret de, nefrete sevkeden söz de, benim için "yasak" nedeni olamaz. Yasaklanan ne varsa, aklımız onları düşünmeye meyleder, bu cinsel tabulardan devlet yasalarına kadar böyledir, itiraf edelim.

Ancak, gelelim zurnanın zart dediği yere. Ben bir mekan işletsem ve masalara, İsmail Beşikçi'nin düzine düzine yasaklı kitaplarından birisini, ya da ne bileyim, Turan Dursun'un "Din Bu"'sunu koysam, alacağım tepki ne olurdu?

İşte ifade özgürlüğü denen pembe fikire toplumlar ve devletler tarafından keyfi olarak konulan kıldan ince, kılıçtan keskin, iki yüzlü o sınır.

7 Şubat 2012 Salı

Beş Saatte Önce/Sonra Vücut Değişimi

Dergilerde, televizyon reklamlarında falan hep görüyoruz. Adamlar böyle hayli şişman veya sıska bir vücuttan kaslı, parçalı vücutlara dönüşüm geçiriyorlar, kanıtları ise bazıları noter onaylı olan ama çoğunlukla sorgulanmayan önce ve sonra resimleri. Bu reklamların sattığı ürünü alıp o dönüşüm geçirenlerin yaptığı aynı şeyleri harfi harfine yapınca sizin de 5-6 ay gibi kısa bir süre içinde aynı vücuda harfi harfine sahip olacağınız söyleniyor. Şimdi bir sır açıklamak istiyorum, reklamlarda gösterilen resimlerdeki değişime 5 saatten daha kısa bir sürede erişebilirsiniz.

Nasıl mı? Süreci ters çevirerek. Yani, "sonra" resmini önce çekiyoruz, "önce" resmini ise sonra. Sonra resmi için, öncelikle bir hafta önceden günde 5 litre civarı su içmeye başlıyoruz. Yani vücut, boşaltım moduna giriyor, sürekli işemek durumunda kalıyorsunuz. Bu hafta ayrıca yüksek tekrarlı egzersiz yapıp kaslarımızı tahrik ediyoruz ve gidip biraz solaryuma giriyoruz çünkü esmer ten, kas ve damar definisyonunu ön plana çıkarır (Tüm vücut kıllarını da ortadan kaldırıyoruz). Fotoğraf saatinden en az 18-20 saat öncesinden suyu tamamen kesiyoruz, o boşaltım modu devam ediyor ve deriniz ile kaslarınız arasındaki su miktarı mümkün olduğunca en aza iniyor, kas lifleri kuru bir görünüm alıyor. Vücudumuzu aldatıyoruz yani, yarışmalarda ve gösterilerde yapılan eski bir numaradır bu. Aynı zamanda fotoğraftan iki gün önce karbonhidratı ve şekeri de tamamen kesiyoruz, kaslar glikojene aç hale geliyor.

Resim çekilme günü geliyor. Salona gidip biceps curl, triceps pushdown ve bench press yapıyoruz, öyle yüksek tekrarlar yapıyoruz ki damarlarımız çıkıyor, kaslarımız şişiyor. Soğumadan spor salonundan çıkıp evimizin bodrum katına iniyoruz ve kontrast oluşturacak bir ışık düzeneği ayarlıyoruz. Makinenin karşısında hemen reçel benzeri kana kolayca karışan şekerli bir şeyler yiyoruz, glikojene aç kaslarımız şekeri hemen sahipleniyor ve daha çok şişiyorlar. O esnada biraz daha biceps curl yapıyoruz, şınav çekiyoruz ki biraz daha damarlanalım ve şekerli kanımız resimde ön plana çıkmasını istediğimiz bölgelere daha çok pompalansın. Sonrasında üzerimize bebek yağı, zeytinyağ gibi tenimizi parlatacak bir madde sürüyoruz. "Sonra" resmine hazırsınız. Poz çok önemli. Trapez, kol ve göğüs kaslarımızı olabildiğince sıkıyoruz, bu poz için biraz alıştırma yapmak ve vücut geliştirme yarışmalarını izlemek gerekebilir. Çektiğimiz resmin kontrastını fotoşopta biraz daha artırıyoruz ki kaslarımız ön plana çıksın. Sonrasında fazlalıkları fotoşopta giderip, bazı yerleri fırça darbeleriyle büyütüyoruz. "Sonra" resminiz hazır (İsterseniz, bu resim için size bol gelen bir pantolonu kullanabilirsiniz).

Akabinde oturup sakinliyoruz. Damarlarımız gözden yavaş yavaş kayboluyor. Bu arada büyük bir kavanoz turşu yiyoruz. Tuz oranının çok yüksek olmasına dikkat ediyoruz ki birkaç saat içinde vücudumuz aşırı miktarda su tutsun. Televizyon karşısına geçip koca bir paket yağlı, tuzlu patates cipsi yiyoruz. Akabinde 2.5 litrelik diet gazoz içiyoruz. Diet daha iyidir çünkü daha çok karbonlaşma sayesinde midenizi daha da büyük hale getirecektir. Sonra bir litre nesguik içiyoruz. Bu şekerli-sütlü karışım sizi gazoz sonrasında balon gibi şişirecektir. Yani beş saat boyunca vücudumuzu önce sodyum, sonra sıvı ile dolduruyoruz. Sonunda, "önce" resmi için hazırsınız. Işıklandırma, kontrasta sebebiyet vermeyecek şekilde ayarlanmalı. Poz verirken, kasları olabildiğince serbest bırakıyoruz. Omuz kemiklerini aşağı iterek düşük omuzlu bir görüntü veriyoruz. Gerekirse yüzümüzü öne eğiyoruz ki boynumuzda fazladan yağ olduğu görünümünü elde edelim (Yüzümüdeki “şişmanım, mutsuzum” ifadesi de önemli, zaten o kadar tuz, yağ ve sudan sonra yüzünüz de şişecek, mideniz bulanacak, istemeseniz de mutsuz ve aptal bir yüz ifadeniz olacak). Sonra fotoşopla gereken yerlere müdahale ediyoruz. "Önce" resmimiz de hazır (Eğer "sonra" resmini bol bir pantolon ile çektiyseniz, bu pantolon size bu aşamada zar zor olacaktır. Çok gerçekçi bir tablo!).

Böylece arada 5 saatten daha kısa bir sürede inanılmaz değişim yaşamış oluyorsunuz. Bunun uygulamalı ve açıklamalı bir videosunu çekmeyi düşünüyorum, tabi tembelliğimi yenmem ve zaman ayırıp video programları, ışıklandırma ve fotoşop ile olan ilişkimi geliştirmem gerekiyor. Gerekli donanıma sahip cengaverler önce davranıp yaparsa ne ala, paraları heba olan binlerce kişinin 20-30’u sömürülmekten kurtarılmış olur belki. Küçücük katkı da topluma yararlıdır, bir çocuk değişir Türkiye değişir, damlaya damlaya göl olur. Herkesi öptüm.

Not: Reklamlardaki resimlerin gerçek olmadığını iddia etmiyorum. Vücut değişime inanılmaz meyillidir, bunu bizzat kendi tecrübelerimden biliyorum. Bu not da aslında onu destekliyor ve 5 saat gibi kısa bir sürede ne kadar değişik görünebileceğinizi açıklıyor. Reklamlardaki sahtekarlık mı? Ona da değinmişimdir belki istemeden, ama öyle bir niyetim yoktu, Ab-bilmem ne markasının sahipleri sakin olsun ve bana dava açmasınlar :(