13 Eylül 2011 Salı

Vibratör Caiz midir? İslam Evlilik, Legal Seks ve Masturbasyon

Geçen ayki Yardımseverlik Maskesi yazımda bir kediyi pedofili ile suçlamıştım, bununla yetinmeyip kendi çocuğunu öldürmekle itham etmiştim. Bloga fazla vakit ayıramadığımdan bu ayıbımı afişe etmem ve o kedi başta olmak üzere herkese özür dilemem için uzun bir süre geçmesi gerekti. Özet geçeyim, benim öldürmeye götürdüğünü sandığım kediyi babası götürmüş (Annesinin sütü olmadığını söylemiştim) ve beslemiş. Haftalar sonra o yabani, sübyancı ve hiç sevmediğim kedi, yavrusunu ağzında geri getirdi. Götürdüğü yerde iki kediye daha bakıyormuş, yani 3 kedi getirdi ve bu kez, benim kedim, yeğenlerini emzirmeyi reddetmedi. Şu an 5 kendisinin, 3 de kardeşinin olmak üzere 8 yavruya bakıyor ve ben hergün büyüyen kedi sürüsüne yiyecek yetiştirmekte zorlanıyorum. 3 tane ikibuçuk aylık, 5 tane iki aylık aşırı sevimli kedilerden isteyene ve bakabilecek olana verebilirim. Bu da bana bir ders oldu; ben, polis kurumunun, ceza evlerinin, ceza kanununun iptal edilmesini savunan biri olarak damıma dadanan kediyi, bebek katili olduğunu düşünerek öldürebilirdim. Bize erkek hayvanları bebek öldürmek için can atan yaratıklar olarak öğreten zooloji kitaplarına, National Geographic'e kapak olacak konudur bu, erkek kedinin yavrusuna yiyecek taşıması olayı. Üstelik bu kedinin, 1 yaş altı kedilere ilgi duyduğunu tekrar belirteyim (Bu da her pedofilik kişinin canavar olduğunu düşünene kapak olsun; ne insan, ne hayvan, kime cinsel ilgi duyduğunu kendi belirleyemiyor).

Herneyse, bazen blogumun istatistikler bölümüne bakıyorum. İlginçtir, insanların blogumla en çok, Google'da vibratörün caiz olup olmadığını aratırken karşılaştıklarını farkettim. Burası bir İslami blog değil, hatta bu, yazarının din karşıtı olduğu bir blog (Ve yazar etrafa bakıp bu dincilerde iş yok, o zaman İslam kötü yüzeyselliğinde bir insan değil; İslam üzerinde yıllarca okumuş, kafa yormuş ve o zamanki naifliğiyle umudunu yitirmemeye çalışmış birisi ve kendisi, karşı çıktıkları şeylerin analizini iyi yapmamış olanları aciz olarak nitelendirir). Yani bu ilginç durumu bir kez farketsem hiç de bu yazıyı yazmayı düşünmezdim. Fakat baktım da, sık sık oluyormuş bu; insanlar özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın konudaki görüşünü merak ediyor. Madem talep var, konu hakkında yazalım da insanlar yanıtsız kalmasın.

Richard Dawkins bir röportajında (Belki birden çok, ben birinde duydum) der ki, "Müslümanların çoğu ılımlı insanlardır, radikal olanları ise azınlıkta", ve ekler: "çünkü müslümanların çoğu, dini kaynaklarını ciddiye almıyor. Ciddiye alanların ne yaptığını, İslam'i kaynaklara göre nasıl hareket etmeleri gerektiğini, o radikal azınlıktan görüyor, öğreniyoruz." Dawkins'in felsefi yönünü zayıf bulan ve kendisinin hayranlarından biri olmaktan uzak bir insan olarak, bu tespitine yüzde yüz katıldığımı söylemeliyim. Özellikle Türkiye'de bu durum, yani dini kaynakları ciddiye almama, hatta onlara hiç bakmama, Ortadoğu'dan daha vahim. Bu yazıyı okuyan pek çok müslümanın Kuran'ı baştan sonra okumadığının, eline bir tefsir alıp incelemediğinin, 10 tane hadisi kelimesi kelimesine olmasa da, anlam yönünden doğru bilmediğinin herkes farkında, kendimizi kandırmayalım. Hele hele vibratör gibi bir nesnenin caiz olup olmadığını sorgulayabilmek için, ciddi bir cahillik gerekiyor.

Cahillik diyorum; çünkü, vibratör kullanımının İslam'a uygunluğunu sorguluyorsanız, öncelikle masturbasyonun kendisinin caizliğini ön koşul olarak kabul etmiş olmanız gerekiyor, cahillik de bu noktada başlıyor. Öncelikla sorulması gereken soru şudur: Masturbasyon caiz midir? Öncelikle bu soruyu cevaplandıralım, ardından daha da önemli bir nokta olan ikinci bir sorunun cevabını arayalım: Masturbasyonu gerekli veya tercih edilebilir kılan bir hayat tarzı, İslam'a ne kadar uygundur? Bu iki soruyu cevaplandırırken, birincil kaynağım Kuran olacak (Ki İslam dünyasında saygı görmüş, kabul edilmiş tefsirlerden yararlanacağım), ikincisi hadis, üçüncü olarak mezhep İmamları, alimler ve son olarak İslami gelenek, yani müslümanlar tarafından pratik edilegelen normlar. Hadisleri güvenilir kaynak olan Sahih-i Buhari'den kullanmaya dikkat edeceğim, eğer şüpheli bir kaynak verirsem zayıf bir kaynak olduğunu belirtirim, aksini belirtmediğim sürece kullanacağım kaynaklar net ve tartışılmaz olacak; yazı boyunca İslam'ın sınırları içerisinde objektif kalmaya özen göstereceğim. Başlayalım.

Öncelikle göz önünde bulundurmamız gereken bir durum var; İbrani dinlerin hakim olduğu toplumlarda, masturbasyonun normal kabul edilmesi veya tartışılıyor hale gelmesi çok yenidir. Batıda, 19. yüzyıla kadar masturbasyonun, pekçok akıl hastalığıyla bağı olduğu düşünülüyordu (Pinel, Tuke ve sonrasında Freud dönemine kadar psikiyatri ve fizyolojinin ayrı olgular olmadığını da gözardı etmeyelim). Hatta Sünnet Bir Çöcuk İstismarıdır yazımda kısaca değindiğim gibi sünnet, Batıda, sünnet derisinin epilepsiye, uyku sorununa, isteriye ve nihayet masturbasyona yol açtığı kanısından hareketle, cinsel hazzı azaltıcı ve masturbasyonu önleyici bir önlem olarak kullanılmaya başlandı (1). Bugün İslam ve Hıristiyan dünyasında hakim olan, masturbasyonun sağlık sorunlarına yol açtığı batıl inancı, bu 19. yüzyıl öncesi inançlara dayanıyor. Aynı şekilde, sünnetin sağlıklı olduğu yanılgısı da, bu dönemden kalan açıklamalardır.

Varmak istediğim sonuç; masturbasyon hakkındaki pekçok yanılgının, onun kullanımının yaygınlaşması ve normalleşmesiyle aydınlandığıdır (Ki masturbasyonun akıl hastalığından kaynaklandığı veya bazı akıl hastalıklarını gidereceği gibi inançlar psikiyatri literatüründen kısa zaman önce çıkarıldı). Fakat tüm bu normalleşme ve nispeten aydınlanmaya rağmen, İslam'ın masturbasyona bakışını değiştiremeyiz. Sünni mezhebinin dört okulu da, Şii mezhebi de dahil olmak üzere İslam dünyasının çok büyük bir kesminin hemfikir olduğu konu, masturbasyonun haram olduğudur. İslam alimlerinin buna dair gösterdikleri Kuran ayetleri şunlar:

"Ve onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı konanmazlar. (Muminun Suresi, 57)"

"Irzlarını koruyanlar - ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz, bundan öteye geçmek isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir. (Mearic Suresi, 29-31)"
Hemfikir olunan konu, bu ayetlerin, eş ve cariyelerle olanlar dışında hiçbir cinsel aktivitenin helal olmadığıdır. Hadislere baktığımızda ise peygamberin bu görüşü daha net olarak doğrular nitelikte sözlerini ve emirlerini görüyoruz: "'Ey gençler! İçinizden kim evlenebiliyorsa evlensin, çünkü bu onun ırzını ve namusunu korumasına yardımcı olur; ve kim evlenemiyorsa, oruç tutsun, oruç onun cinsel gücünü azaltır.(2)" Burada açıkça görülüyor ki peygamber, evlenemeyeceklere, oruç tutmayı öğütleyerek cinsel ihtiyaçlarını bastırmalarını söylüyor. Enes ibn Malik'e atfedilen bir rivayete göre ise: "Eliyle nikah eden bir insanı Allah lanetler. (3) (Bu hadis zayıftır)"

Diğer sahih hadislere baktığımızda, sahabenin, cinsel ihtiyaçlarını bir kadınla gideremeyecekleri durumlarda kendilerini kısırlaştırmayı dahi düşündüklerini fakat masturbasyonu dile getirmediklerini görüyoruz: "Hiçbir şeyimiz yokken Allah'ın elçisiyle seferlere çıkardık, Allah'ın selamı O'nun üstüne olsun. 'Hadım mı olalım?' diye sorduk. O bize bunu yasakladı. Sonra bizim bir bedel karşılığında bir kadınla evlenmemize izin verdi. Sonra ayeti bizlere okudu: 'Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri kendinize haram etmeyin ve sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez (Maide Suresi, 87) (4)." Yine İbn Mesud bir seferde, karıları yanlarında olmadığı için "hadım mı olalım?" diye sormuş, peygamber buna izin vermemiştir (5). Masturbasyonun net bir şekilde haram olmasını bir kenara koyalım, peygambere göre, bir insanın mahreminde olmayan bir karşı cinsin hayalini göz önüne getirmesi dahi haramdır: "Bir kadın, başka bir kadınla kucaklaştıktan sonra, kocasına gelip de, onun kafasında kadının net bir resmi oluşacak şekilde tarif etmesin. (6)"

İslam'ın tüm hak mezheplerinin masturbasyonu haram kabul etmesine rağmen, nadir olarak bazı alimlerin (14. yüzyıl alimi İbn Kayyim gibi [7[) masturbasyonu mekruh kabul ettiğini de belirtelim. Buna göre, nasıl ki ölecek seviyeye geldiğinizde, normalde yemesi günah olan domuz etini ölmeyecek kadar yiyebiliyor, haram olan kanı ölmeyecek kadar içebiliyorsanız (Çünkü bunu yapmazsanız, bu intihara girer ve intihar daha büyük günahtır), zina kaçınılmaz noktaya gelecekse masturbasyon yapmanız, zinadan kaçınmak amacıyla, mekruh da olsa mümkündür. Çünkü zina, açıkça daha büyük ve fiziki cezayı gerektiren bir günahtır: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde onlara acıyacağınız tutmasın. (Nur Suresi, 2)" Yine peygambere göre, zina, insan öldürmeyi caiz kılan üç durumdan biridir (Sahih-i Buhari, cilt 9, 83:37).

Peki oruç tutmanın bir alternatif olduğu, hadım etmenin dahi düşünüldüğü durumda, masturbasyon neden akla bile gelmiyor? Bu sorunun cevabı, aslında İslam'da evlilik dışı ilişkinin de neden düşünülemeyecek, marjinal ve istisnai bir olgu olduğunun cevabıyla aynı. Sorunun cevabını, İslami hayat tarzında bulmamız mümkün. İşin özü şudur; İslam, cinsel hazzı "legal" yollarla çözme yolunda öyle iki çözüm bulmuştur ki, masturbasyonu veya yasa dışı ilişkiyi düşünmek çok nadir rastlanan durumlar olmuştur.

1. Cariyelik kurumu
Cariyelik, modern İslam'da, özellikle Türkiye'de paspas altı edilen, çarpıtılan ve kılıfına uydurulan bir olgu haline geldi. İslami hayat tarzında cariyeliğin önemini geçtim, çoğu kez cariyeliğin tamamen unutulduğuna şahit oluyoruz. Hatta Osmanlı İmparatorluğu'nda uygulanan cariyelik sisteminin, İslam'da olmadığını, bu yüzden Osmanlı'nın islami bir devlet olamayacağını savunanları görmek beni şaşırtıyor. Oysa ki cariyelik hususu, Osmanlı İmparatorluğu'nun İslam'a en bağlı kaldığı konulardan birisidir. Çünkü İslam, sadece taşınabilir malları savaş ganimeti olarak görmez; karşı cepheden ele geçirilen insanlar da savaş ganimetidir: "Onların savaşçılarının öldürülmesine, kadınların ve çocuklarının esir alınmasına, mallarının dağıtılmasına karar verdim. (Sahih-i Buhari, Cilt 5, 59:448)". Kölelik sistemi genel olarak, İslam'ın önemli olgularından birisidir. Öyle ki, Muhammed, azad ettiğinden çok kişiyi köle olarak almıştır (Ki daima söylemişimdir, kölelere iyi davranmak ve reformlar yapmak, kölelik sisteminin ömrünü uzatmak amacıyla gerekliydi, tıpkı bugünkü reformcu liberallerin kapitalizmin ömrünü uzatmaya çalıştığı gibi). Tevbe Suresi 29. ayet gereğince, İslam dünyada hakim din oluncaya kadar savaşın farz olması nedeniyle, İslam bu savaş ekonomisi ve gelirilerinden biri olan kölelik-esir sistemin yok edilmesini ön görmemiştir. Günümüzde de, özellikle batı ülkelerinde yaşayan ve oradaki gayrimüslim kadınları cariye kapsamına dahil eden ciddi bir müslüman kitle ve dayandıkları sağlam İslami kaynaklar var fakat bu kitlenin İslam'ı temsil etmedikleri şeklinde bir eleştiriye maruz kalmamak için bu noktayı kısa kesip, İslami kaynaklarla yazıma devam etmeyi tercih edeceğim.

Kuran'a baktığımızda, cinselliği giderme açısından, cariyeliğin, "evlilikten kolay" yol olarak önerildiğini görürüz: "İçinizden kim hür olan mümin kadınlaı nikahla alacak mali güce sahip değilse, ona da elinin altında bulunan mümin cariyelerinizden var. (Nisa Suresi, 25)" Yani, sürekli cihad halinde olması farz olunmuş bir toplumun, daimi olarak elinin altında savaş esiri cariyeleri vardı. Hatta sahabe, peygambere sık sık bunlarla gireceği münasebetler hakkında sorular sorardı: "Bazı savaş esiri kadınlarımız vardı ve bunlarla dışarı boşalma yöntemini kullanırdık. Allah'ın elçisine bunu sorduğumuzda: 'Öyle mi yapıyorsunuz?' diye üç kez sordu; 'Kıyamet gününe kadar kimin yaratılması yazılmışsa o yaratılır. (8)" Yani peygamber, savaş esiri kadınlarla ilişkiye girmeyi onaylıyor, fakat dışarı da boşalınsa, kaderde olması halinde çocuğun olacağını söylüyor. Benzer bir hadis, Müslim de de vardır: "Allah'ın elçisiyle Bil Mustalik kabilesine sefere gittik ve birkaç harika Arap kadınları esir aldık ve onları arzuladık, çünkü karılarımıızn yokluğunda canımız kadın istiyordu. Bu yüzden onlarla ilişkiye girmeye karar verdik ama dışarı boşalacaktık. Peygambere bu konuyu sorduk, öneminin olmadığını söyledi. (9)"

Savaş esirleri, yani cariyeler ile, zorla ilişkiye girmeyi uygun bulmasa da, yapıldığı takdirde, Allah'ın merhametli olduğunu söyleyen, yani cariyeyi ilişkiye zorlamaya ruhsat veren bir ayet de mevcuttur: "Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki, Allah zorlamalarından sonra çok bağışlayıcı ve merhametlidir. (Nur Suresi, 33)" Elmalılı Hamdi, bu ayeti yorumlarken şu cümleleri kullanır: "O halde günah kimin? Zorlayanın mı? Zorlananın mı? İkisinin de mi? Kim onları zor altında bırakırsa şüphe yok ki Allah, onlar zorlandıktan sonra ... bu biçarelere karşı çok bağışlayıcı ve merhametlidir. Yani yapılan fiilin zorlayan için de zorlanan için de günah olduğuna şüphe yoktur. (10)"

Bu zorlama hususunda bu ayetin dışında, başka bir ayetin nazil oluşu hakkında bir sahih hadis de şöyledir: "Allah'ın elçisinin bazı dostları, (O esnada sağ olan) müşrik kocaları olduğu için kadın esirlerle ilişkiye girmek konusunda isteksizlerdi. Bu yüzden yüce Allah, şu ayeti indirdi:'Savaş esiri olarak sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar size haram kılındı.' (Nisa Suresi, 24)" Böylece kocası sağken ele geçirilen kadınlarla dahi ilişkiye girmek caiz hale gelmişti (Bu ilişkilerin de zorla olacağı kaçınılmazdır ve hadis kitapları bunun örnekleriyle doludur). Konunun özü şudur, zaten İslami düzende yaşayan sahabe, sürekli olarak esir kadınlara, yani cariyelere sahiplerdi ve ayetlerin onay verdiği şekilde bu kadınları seks ihtiyaçlarını gidermekte kullanıyorlardı.

2. Evlilikte kolaylık
"Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Bunlar fakir iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. (Nur Suresi, 32)" "Bu ümmetin içindeki en yararlı kişi, en çok karısı olandır. (Sahihi Buhari, 4782)" Yukarıda gördüğümüz üzere, peygamber, "gücü yetenlerin" evlenmesini emretmiştir. Burada "gücü yetmek" ile algılanması gereken, kenarda birikmişinin olması, ev düzmek gibi modern toplumun getirileri değildir. Eğer ki sofraya bir tabak daha koyabilecek gücünüz varsa, evlenme emrini yerine getirmekle yükümlüsünüz demektir: "Bir kadın Allah'ın resulüne geldi ve 'Ey Allah'ın elçisi, kendimi sana vermeye geldim' dedi. O, gözlerini kadına doğru kaldırdı ve başını yere eğdi. Kadın, peygamberin onun hakkında karar vermediğini görünce, oturdu. Bir sahabe (Sahl) ayağa kalktı ve 'Ey Allah'ın Resulü, ona ihtiyacın yoksa, beni onla evlendir' dedi. (Peygamber) Sordu, "Ona verecek bir şeyin var mı?' Sahabe, 'Vallahi yok, Allah'ın Resulü' diye cevapladı. Peygamber, 'Ailene git ve bir şeyler bulabiliyor musun bir bak' dedi. Adam gitti ve döndü: 'Hayır Allah'ın Resulü, bir şey bulamadım.' Peygamber, 'Bak, demir bir yüzük bile olsa olur' dedi. Sahabe tekrar gitti, geldiğinde 'Vallahi, Allah'ın Resulü, demir bir yüzük bile bulamadım, ama bir bilek sargım var' dedi. 'Bilek sargısını o ne yapacak? O kullansa, senin olmayacak, sen kullansan onun olmayacak' Adam uzun bir süre oturdu, sonra kalktı. Allah'ın elçisi, Allah'ın selamı üzerine olsun, adamın gittiğini gördü ve çağırttı: 'Kuran'dan ne biliyorsun?' Sahabe yanıtladı: 'Şu şu sureleri biliyorum.' (Peygamber) Sordu, 'Ezbere mi?' 'Evet'. 'Git hadi, Kuran'dan bildiklerin hürmetine seni onunla nikahladım.' (11)" Görüldüğü gibi, böylesine fakir bir insan bile, evlenmeye gücü yetmediği için geri çevrilmemiştir. Yukarıdaki ayet gereği, "Bunlar fakir iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir."

Ekonomik problemlerin, İslam'ı, evliliğe teşvik hususunda alıkoymadığını şimdilik bir kenara koyalım ve İslam'daki evlilik yaşına bakalım. İslam'da, evlilik için belirli bir yaş olduğu iması, Kuran'da tek bir ayette geçer: "Yetimleri, evlilik çağına gelinceye kadar gözetin ve denetleyin. Onlarda bir olgunlaşma hissettiğinizde hemen mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyüp ellerine alacaklar diye o malları israf etmeye kalkmayın. (Nisa Suresi, 6)"

Bu ayetteki "evlilik çağı" ifadesini, alimlerin büyük çoğunluğu ergenliğe giriş yaşı olarak yorumluyorlar. İmam Şafi, bu yaşı sefere katılmak için gerekli olan 15 yaş sınırı olarak kabul etmiştir. Elmalılı da burada evlilik yaşından kastın ergenliğe girmiş olma ve akli dengenin yerinde olduğunun ispatı şartları olduğunu söylemiştir: "...yani baliğ oldukları vakit kendilerini rüşd hisseder, akıllarının ve dini terbiyelerinin tamam olduğunu ve kendilerini güzel şekilde idare edebileceklerini yakından anlarsanız derhal mallarını kendilerine teslim ediniz. Şu halde erginlik zamanında rüşdünü ortaya koymazsa biraz beklenecek demek olur. Fakat bu durum devam ederse ne olacak? Bunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. İmam-ı Âzam yirmi beş yaşına kadar beklenir. O zaman mutlaka malı teslim edilir. Çünkü yirmi beş yaşı bir insanın dede olması mümkün olan bir yaştır demiş ve ondan sonra tasarruftan alıkoymayı kabul etmemiştir."

Fakat, evlilik yaşı ile kastedilen gerçekten ergenlik çağı mıdır? Bir başka ayette görüyoruz ki, henüz adet görmemiş kızlardan boşanmaktan bahsedilmektedir: "Kadınlarınızdan adetten kesilmiş olanlarla, henüz adet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. (Talak Suresi, 4)" Elmalılı tefsirine baktığımızda, Elmalılı Hamdi, bu ayet hükmünün henüz ergenliğe girmemiş kızları da kapsadığını inkar etmiyor: "Bunlar gerek on yedi yaşından küçük olup henüz büluğa ermemiş olduklarından dolayı henüz hayız görmemiş olanları ve gerek bülüğ yaşının en üst sınırı olan on yedi yaşını geçmiş, binaenaleyh yaş itibarıyla büluğa ermiş oldukları halde adet görmeyenleri kapsamaktadır."

İslami gelenekte, bu çelişkili gibi görünen iki ayet birleştirip şöyle bir açıklama getirilmiştir: Henüz ergenliğe girmemiş kızla da evlenilebilir, fakat kız, ergenliğe girinceye kadar babasının evinde kalır ve ergenliğe girdiği zaman, kocasının evine gider, böylece gerdekle birlikte nikah tamamlanmış olur. Buna da kanıt olarak, peygamberin Ayşe ile olan evliliği gösterilir: "Peygamber, Ayşe altı yaşındayken evlendi ve dokuz yaşındayken evliliği (Gerdekle) tamamladı. (Sahihi Buhari, 7: 62, 65, 68)"

Fakat bu açıklama tartışmalıdır, çünkü bir başka ayete göre, "bekleme süresinden" bahsetmek için, cinsel ilişkinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir: "Ey iman edenler! Mümin kadınları nikahlayıp da kendilerini, onlara dokunmadan boşarsanız, sizin belirleyeceğiniz iddet boyunca onları bekletme hakkınız yoktur. (Ahzab Suresi, 49)" Yani, eğer henüz ergenliğe girmemiş kızların bekleme süresinden bahsedebiliyorsak, onlarla cinsel ilişkiye girilmiş olması gerekiyor.

Burada herhangi bir çarpıtmayla suçlanmamak adına, bir modern müfessir olan Maududi'nin, "henüz adet görmemiş kızların boşanmak için bekleme sürelerinden" bahseden Talak Suresi 4. ayetinin tefsirine bakalım: "Küçük oldukları için adet görmemiş olabilirler, veya bazı kadınlarda görüldüğü üzere adetleri gecikmiş olabilir, veya nadir de olsa bazı durumlarda görüldüğü gibi hayatları boyunca hiç adet görmemiş olabilirler. Her durumda, bu kadınların bekleme süresi adetten kesilmiş olan kadınlarla aynıdır; yani boşanma tarihinden sonra üç aydır. Burada akılda tutulması gereken, Kuran açıklamalarına göre bekleme süresinin sadece kendileriyle cinsel ilişkiye girilmiş kadınlar için geçerli olduğudur (Ahzab Suresi, 49). Bu yüzden, ayetin henüz adet görmemiş kızlardan bahsetmesi, sadece bu yaştaki kızları (Evlenmek için) vermenin caiz olduğunu değil, aynı zamanda kocasının onunla adet görmeden de ilişkiye girebileceğinin caiz olduğunun kanıtıdır. Şimdi açıkça, hiçbir Müslümanın, Kuran'ın izin verdiği şeyi yasaklama hakkı yoktur. (12)"

Yani Kuran'ın, ergenlik öncesi dönemde de kızları evlendirebileceği sonucunu çıkarmak için, benim gibi müslüman olmayan bir dar kafalı olmanıza gerek yok; görüldüğü üzere, benim gibi düşünen müslüman alimler var (Örnekleri çoğaltabilirim, fakat sanıyorum bu yeterlidir).

Diğer bir soru da şu; peygamberin, Ayşe ile cinsel ilişkiye girmek için dokuz yaşını beklemesinin nedeni gerçekten Ayşe'nin ergenliğe girmesini beklediği için midir? Hadislere bakalım:

"Ayşe rivayet ediyor: 'Ben oyuncaklarımla oynardım. Bazen Allah'ın elçisi ben kızlarlayken benimle olurdu. O geldiğinde, kızlar dışarı çıkardı, o dışarı çıktığında, kızlar gelirdi. (13)"

"Ben salıncakta kız arkadaşlarımla oynarken Um Ruman bana yaklaştı. Beni yanına çağırdı, bana ne yapacağını bilmeden gittim. Beni elimden yakaladı ve evin kapısında bekletti. Nefesim kesilmişti. Tekrar soluk aldığımda, eline biraz su aldı, yüzüme ve saçlarıma sürdü. Sonra beni eve soktu. Evde bazı Ensari kadınları gördüm, bana bol şans ve Allah'tan rahmet dilediler. Sonra beni bu kadınlara emanet etti ve onlar beni hazırladılar. Kuşluk vakti birden Allah'ın elçisi geldi ve annem beni ona teslim etti. O zaman ben dokuz yaşındaydım." (14) (15)

"Alla'ın elçisi, Hayber seferinden geldiğinde, rüzgar, deponun önünde asılı olan bir perdenin kenarını kaldırdı ve bazı oyuncaklar göründü. Peygamber sordu: 'Bu ne?' Ayşe cevap verdi: 'Oyuncaklarım.' Bunların içinden, çaputtan yapılmış kanatları olan bir at gördü ve sordu: 'Bu nedir?' 'At' diye cevapladı. 'Üstündeki ne?' diye sordu. Ayşe 'İki kanat' dedi.'İki kanatlı at mı?' diye sordu. Ayşe, 'Süleyman'ın iki kanatlı atı olduğunu duymadın mı?' diye cevap verdi. Ayşe şöyle devam ediyor: 'Allah'ın Resulü öyle içten güldü ki onun azı dişlerini gördüm." (16)


Bu hadisleri vermemin nedeni şu; İslam'da, oyuncakla oynamak, veya bir canlı tasvir eden nesneler bulundurmak haramdır ve peygamber buna izin vermemiştir (17). Fakat Ayşe'nin, evlilikten sonra birkaç sene boyunca oyuncaklarından kopmadığı hakkında hadis üstüne hadis görüyoruz. Peygamberin buna müsamaha göstermesi, Ayşe'nin henüz ergenliğe girmediğini gösterir ki dokuz yaşında evlenen bir kızın, dünyadaki tüm kızlar gibi birkaç sene ergenliğe girmemiş olması mantığa en uygun açıklamadır (Garip bir şekilde, sıcak iklimden dolayı Ayşe'yi 9 yaşında ergenliğe sokan alimler var fakat buna dair kanıt yok). İkinci bir ihtimal de, nesnelerin, tasvirin yasaklanmasının, peygamberin Ayşe ile evlenmesinden birkaç sene sonraya denk gelmesidir fakat bu da tamamen bir fikirdir. Yani Ayşe'nin oyuncaklarına izin, ya henüz ergenliğe girmediği ve sorumlu olmadığı için verilmiştir, ya da henüz oyuncak yasağı konulmamıştı. Bu da sizin yorumunuza bağlı. Kişisel görüşüm, peygamberin, Ayşe altı yaşındayken onunla ilişkiye girmemesinin nedeni, kızın fiziksel olarak çok küçük olduğudur (Ebu Cafer, Tabari'nin Tarihi'nde aynı görüştedir). Bu kanıtlar ışığında, ergenliği gözardı ederek, peygamber uygulamasından hareketle, evlilik yaşını 9 olarak savunup, "fakat ergenliği beklemek daha uygundur" diye ekleyenler de vardır, yine kaynaklardan hareketle "Kız, ergenliğe babasının evinde değil, kocasının evinde girmelidir. Kim kızını böyle erken evlendirirse cennete gider." diyen Ayetullah Humeyni de vardır. Zaten önemli olan nokta evlilik yaşının 9 mu, 12 mi olduğu, ergenlik şartı aranıp aranmadığı değildir, önemli olan nokta şudur ki; İslam, insanları olabildiğince küçük yaşta evlenmeye teşvik eder. Peygamber dönemi uygulamalar, Kuran ayetleri, alimlerin görüşü, medeni kanun öncesi uygulamalar (Ve günümüzün İslami hukukla yönetilen ülkelerindeki uygulama) bunun açık kanıtıdır.

Batının medeni kanunundan etkilenip "erken evlilik eskide kaldı, İslam zamana uyar" diyenler olacaktır. Yani, eskiden ergenliğe henüz girmiş ve hatta girmemiş kızlarla evlenmenin normal olduğu, bunun İslam'ın getirisi olmadığı iddiası öne sürülecektir. Fakat, peygamber, veya bir inanana göre Allah, uygun görmediği geleneği yerin dibine sokmamış mıdır? Coğrafyanın inancını kökten değiştirmek başta olmak üzere, müslümanlar, "kızları diri diri toprağa gömme" geleneğini peygamberin bitirdiğini söyler dururlar. Başka bir "gelenek yıkma" örneği Zeyd-Zeynep meselesidir. Peygamber, evlatlığı Zeyd'in karısı olan Zeynep'le boşanmasından sonra Zeynep ile evlenmiştir ve Kuran'a göre bu evlenmenin amacı, evlatlığının eski karısıyla evlenmeyi ayıp sayan Arap geleneğini yıkmaktır: "Zeyd, o kadından ilişiğini kesince onu sana nikahladık ki, evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir. (Ahzab Suresi, 37)" Yani çok eşlilik, cariyelik, ergenlik çağı öncesindeki bir kızla evlenmek, Kuran'ın erkeğe verdiği kadın dövme ruhsatı (Nisa Suresi, 34), "gelenek" ile açıklanamaz. Kaldı ki, peygamberin Ayşe ile evlenmesinin, geleneğe aykırı olduğunu; peygamberin, Ebu Bekir'e, kızı Ayşe ile evlenmek istediğini söylediğinde, Ebu Bekir'in "Ama ben senin kardeşin değil miyim?" şeklinde verdiği tepkiden ve Muhammed'in buna karşılık "Sen benimle Allah'ın dininde ve kitabında kardeşimsin ama Ayşe ile evlenmem caizdir"(18) demesinden anlıyoruz. Ayrıca, peygamberin genç bakire kızlarla evlenilmesini bizzat önerdiği de hadisle sabittir: "Allah'ın elçisi bana sordu: 'Cebir, sen evlendin mi?' 'Evet' dedim. Tekrar sordu, 'Bir bakireyle mi yoksa daha önce evlenmiş biriyle mi?' Ben de, 'Daha önce evlenmiş biriyle ya Resulallah' dedim. Bunun üzerine sordu: 'Neden küçük bir kızla evlenmedin ki sen onunla oynar, o senle oynardı, sen onunla güler, o senle gülerdi. (19)"

Sonuç
İslam, sadece günahı değil, ona gidecek yolları da önler. Bu yüzden, cinselliği cariyelik ve erken evlilik olgularıyla halletmiştir. (Şahsi fikrim, İslam'ın radikal bir tutumla evlenme yaşını olabildiğince erken tutmasının ve evliliğe bu kadar çok önem vermesinin nedeni, özel mülkiyetin dağılımı ve miras hukukunun işlemesiyle alakalıdır fakat İslami bir açıdan yaklaşmaya çalıştığım için neden-sonuç ilişkisini o şekilde kuruyorum). Yukarıda anlatmaya çalıştığım üzre, İslam'da evlilik dışı ilişkinin ve masturbasyonun garip karşılanmasının nedenleri, İslami hayat tarzının bunlara yer vermeyecek şekilde inşa edildiğidir. Eğer ki 20'li yaşlarınıza gelmişseniz -açlıktan ölmediğinizi farzederek- ve hala evlenmemişseniz (Bu söylediğim özellikle kızlar için geçerlidir), cinsel ihtiyacınızı caiz yollardan giderecek konumda değilseniz ve aklınıza karşı cinsi getiriyor, bunu bastırmak amaçlı oruç tutmak gibi yöntemlere de gitmiyorsanız, zaten İslam'dan ne kadar uzak bir hayat yaşadığınızın farkında olmanız gerekiyor. Yok bu size mantıksız geliyorsa, benim yaptığım gibi inanmazsınız, olur biter. Fakat hem İslam'a inandığını söylemek, hem internette erkek modellere bakmak ve vibratör kullanımını sorgulamak, hiçbir tarafını yamayamayacağınız bir çelişkidir. Olay bu kadar net, dost acı söyler.

Notlar
(1) Karen Ericksen Paige, Sünnet Ritüeli
(2) Sahih-i Buhari, 4778, 4779, 5066
(3) Tefsir El Mazhari
(4) Sahih-i Buhari, 4788
(5) Sahih-i Buhari, 4784
(6) Sahih-i Buhari, 4942
(7) http://www.answering-ansar.org/answers/mutah/bida_alfawaid_p129.jpg
(8) Buhari, 62:137, 77:600, 59:459, 46:718
(9) Sahih Muslim, 3371
(10) http://kuranikerim.com/telmalili/nur.htm
(11) Sahihi Buhari, 4799
(12) Towards Understanding the Quran, 5. cilt, s. 620, 13. not
(13) Ebu Davud 3. cilt 36 1769:4913, s. 1373
(14) Sahih-i Buhari, c. 5: 234
(15) Ebu Davud 3. cilt 36 1770:4916-4917 s. 1374
(16) Ebu Davud 41:4914
(17) http://www.muslimconverts.com/e-books/image/image_disc.htm
(18) Sahih-i Buhari, cilt 7, 62:18)
(19) Muslim, 8:3460 / Buhari 62:17

5 Eylül 2011 Pazartesi

Çiçek-Böcek

Bir firma ihaleyi alır, kentin dört bir tarafı çiçeklerle bezenir. Kimi zaman bir aylık ömrü bile olmayan çiçekler sürekli yenilenir, böylece ihaleyi alan firma da kazanmış olur, çiçekleri diken (Eken diyemiyorum, çünkü tohum değil, ömrünü tamamlamakta olan olgun çiçekler oralara "dikiliyor") işçiler de kazanmış olur, Büyükşehir çalışıyor görünür, bu sirkülasyon sayesinde şehrin de sürekli süslü-püslü olduğunu gören vatandaş "şu güzelliğe bak, İstanbul gibi şehir yok be kardeşim" diye düşünür. Her yer güllerle, lalelerle bezenince, herşey güllük gülistanlık görünür, Lale Devri havasına girer. Ancak...

Sürekli çiçek ziyanı, o çiçeklerin yetiştirildiği toprak ve sonrasında ölümüne yakın zamanda getirilip üzerine ekildiği toprak ziyanı (Yani toprağın gereksiz işlenişi), cebimizden çıkan paraların üretici firma ve belediyeye yok yere aktığı gerçeği (Çiçek ekiminden ekmek kazandığını sanan işçi bile ona ödenen maaşın kendi cebinden çıktığının farkında değil), o çiçeklerin, 70'ine merdiven dayamış Ajda Pekkan'ın yaşlı suratını örtmek için kullandığı plastik cerrahi ve kozmetik ürünlerden ötesi olmadığını, yani şehrin nasıl yaşanmaz bir hale doğru gittiği gerçeğini örtmekten başka bir işe yaramadığı, kimsenin umrunda olmayan konular. Sonra Ajda Pekkan'ın gözünde 1000 dolarlık gözlüğü ve vücudunda bilmem kaç bin TL'lik kıyafet ve takılarıyla Somali'deki insanlarla poz verirken kara mizah örneği sergilediği gibi biz de Kültür Başkenti olmakla övünürüz.

İngilizce'de permaculture denilen bir kültürleme sistemi var, bizde de "kalıcı kültür" deniyor. Toprağa ve ekolojiye zarar veren tarımın aksine, doğal yöntemleri kullanarak, hiçbir suni müdahale olmaksızın doğal kaynakların kendini yenilemesini sağlayan ve böylece yerel ekosistemi zenginleştirerek sürdürülebilir yaşam alanları üretmeye yönelik sistemlerin bütünü olarak da tanımlayabiliriz. Tabiatı itibarıyla, ağaç dikimi buna yakındır ve meyve ağaçları da kendilerni dış müdahaleye fazla gerek bırakmayacak şekilde yenilerler. Önerim şu; tüm bu çiçek dikilen yerlere meyve ağacı dikilsin. Ben, Fatih ilçesinin yerlisi olarak buna uygun yüzlerce metrekarelik alan düşünebiliyorum: Eyüp'ten Eminönü'ye uzanan Haliç Parkı; sahilde restoranlara ve otellere dönüştürüleceği söylenen ve değerlenmesi beklenen (Alıcıları da hazırmış) düzinelerce vakıf evleri, arsaları; Edirnekapı Şehitliği, Saraçhane Parkı (Hatta karşısındaki Büyükşehir Belediyesi bahçesi), işe yaramayan yüzlerce bina, bu liste daha da uzar. Merkezdeki olabildiğince betonla doldurulmuş, son derece kalabalık bir ilçede bile bu öneriye uygun pekçok alan varken, herkes kafasını kaldırıp etrafa baksa, böyle sahaları farkedecektir (Ki çok kısa bir süre içerisinde kentleştirilecek olan, İstanbul sınırları içerisindeki devasa arazileri ve yeşil sahaları da hesaba katarsak, ne kadar büyük bir fırsatın kaçırıldığı görülebilir). "Kalıcı kültür" konusu, üzerinde kitaplar yazılmış, şehir yapılanmasını kökten değiştirebilecek, geniş bir konu ve ideal olarak orta ve uzun vadede, kent içinde uygulanılmasını savunduğum sistem o. Fakat, burada önerdiğim şey, pekçok ürünün yetişmesine olanak veren bir iklime sahip bir kentte, samimi olduğunuz takdirde atılması en basit adımlardan biri. Evet, bu yaşanmaz hale gelen, denizine girilmeyen, havası egzoz gazlarından solunmayan, kedi-köpeğin bile yaşam alanı bulmakta zorlandığı İstanbul'da dahi bu yapılabilir ve bir anda insan vücuduna en uygun yiyeceklerden biri olan meyve sorunu büyük ölçüde ücretsiz hallolabilecek noktaya getirilebilir. Alın size "çılgın proje."

Ama yapılmaz. Neden? Çünkü, ülkenin belli kesiminde çiftçiler, milyonlarca kişiye yiyecek yetiştirmeye zorlansınlar ki, o insanlar, çiftçilik yapmazlarsa hayatlarını sürdüremez konuma gelsinler ve böylece devlet, çiftçiliği de tekeli altına alsın ve onları bu işi belli ücretlere yapmaya zorlasın. Bu öneri gerçekleştirilmez. Neden? Nakliyeciler, hayatları boyunca şehirden şehire en zorlu şartlarda gıda taşımacılığına zorlansınlar ve bu işi yapmadıklarında yaşamlarını sürdüremeyecek konuma gelsinler, hem de yine devlet tekelindeki benzincilik sektörünü zengin ede ede. Bu arada bu nakil sırasında meyvenin hiçbir besin değeri kalmasın (Bazı meyveler dalından koparıldıktan birkaç saat içerisinde besin değerlerini hemen hemen tamamen yitirirler) ve vitamin eksikliğinden doğan pekçok hastalık dolayısıyla ilaç sektörü yürüsün. Bu teklif geri çevrilir. Neden? Bir adam, Allah'ın ıssız adasında kendi halinde yetişebilen muzdan, çocuklarına iki kilo alabilmek için 3-4 saat daha fazla çalışsın ki, hem bu adam disipline edilip törpülensin (Avamı çalıştırmak, insanları ehlileştirmek için Orta Çağ öncesinden beri kullanılagelen bir araçtır) hem de patronu biraz daha zengin edilebilsin ve baba bunu yapmayı reddederse, çocukları aç kalacak konuma düşsün. Bu projeye burun bükülür. Neden? Yeşilleştirilebilecek, doğru düzgün kullanılabilecek araziler, arsalar satılsın, sıcak para gelsin ve böylece "bu şehrin nüfusunu azaltmak için ne yapılabilir?" sorusu sorulmadan, "şehrin nüfusu artıyor, o zaman Çatalca'ya, Tuzla'ya yeni kentler yapalım, binalar dikelim" çözümüne gidilip, Ağaoğlu ve benzerleri daha çok kazandırılsın. Bu öneri basında yer bile bulmaz, tartışılıp geliştirilecek bir ortam sağlanmaz. Neden? "İş bölümü insan doğası için gereklidir; biri çiftçilik, biri taşımacılık, biri işçilik yapacak ki insanlık hayatta kalsın" masalını anlatmaya devam etsinler ve böylelikle, bu çarktaki bir dişli olarak görevini yapan o ihaleyi almış firma, çiçek ekimini her ay yenilesin ve belediyeyle el ele, kol kola zengin olsunlar. Biz de zengin belediyemize, devletimize, patronumuza köle olmaya, onlardan medet ummaya devam edelim. Basında kişisel anlamda Ajda Pekkan ve kokoşlar, kentsel anlamda İstanbul göğe çıkarılsın, alabildiğince.

Böyle bir projeyi vatandaş olarak, çevre mühendisiyle, işsiziyle siz gerçekleştirmeye kalksanız da yasalar, polis, devlet sizi engeller. Artık o geliştirmeye çalıştığınız toprak "kamu malı" olmuştur, siz kamunun dışındasınızdır ve "kamu" ile kastedilen o firmadır; oraya çiçeklerini ekmesi, yasal olan tek seçenektir. Böylece size bir masal daha gereklidir; "Her sokakta, mahallede, her köşe başında, koşulsuz uzanıp meyvesini alabileceğiniz bir ağaç olan tek mekan cennettir ve ona da ancak iyi, uslu bir vatandaş olduğunuz takdirde ölünce erişeceksiniz, bu fani dünyada onu kurmak imkansızdır ve böyle bir eyleme girişmek, delilerin, marjinallerin, sapkınların işidir."

Siz de şimdi bu masala inanmaya devam edin, rüyanızda da o güzel çiçekleri seyredin. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.