7 Ağustos 2011 Pazar

Yardımseverlik Maskesi

Kedilerde de pedofiliye rastlanabilir. İki hafta önce bir buçuk yaşındaki kedim, 5 tane yavru doğurdu. Biliyorum, zaten yetişkin doğrulmaz, "yavru" doğrulur fakat gereksiz kelimeler nasıl atılır ve nasıl anlatım bozukluğundan kaçınılır, şu anda bunları umursamama izin vermeyecek bir ruh hali içindeyim. Neyse, kedimin doğumundan 10 gün öncesine, yani bundan 3- 4 hafta öncesine kadar, kedimin çatıda beslediğim 7 aylık kızkardeşi de hamileydi, tahmin edileceği gibi pedofili ile itham ettiğim erkek kediden. Bu kediyi, mahallenin bir yaşının altındaki dişi kedilerin etrafında görmeniz gayet sıradan bir olay, daha büyük kedilere de ilgisi pek yok (Bu gözlemi mahallede benden başka yapma zahmetine girmiş biri var mı, bilmiyorum). Kendisi, kedimin küçük kardeşi dediğim kediye de, sütten kesildiğinden beri, yani yaklaşık 2-3 aylık olduğundan beri dadanıyordu, küçük kedi sonunda hamile kalmıştı. Fakat bundan 3-4 hafta öncesine kadar, kedicik, çatıda kağıt gibi olmuş, bomboş bir karınla belirince, yavrularını düşürdüğünü sandık; ta ki iki gün öncesine, çatının tam da kediyi beslediğim yerinde, daha bir aylık olmamış, benim kedimin yavrularından biraz daha büyük bir yavruyu görene dek. Anlaşılan, yavrusunu veya yavrularını, bizim görmediğimiz bir yerde büyütmüştü, fakat sütü yoktu ve sağ kalan yavrusunu, ona tek yardım edebilecek kişi olan benim göreceğim bir yere getirmişti. Daha dişleri yeni çıkmaya başlamış, yeni yeni yürüyen bu bebeği, teyzesinin, yani benim kedimin, 5 tane yavrusunun yanına koyduğumda, kedim emzirmeyi reddetti. Kedimin sinirli hırlamasından etkilenen bebeğin onu taklit edişi, kendi kendine o küçük ağzıyla hırlayışı görülmeye değerdi. Fakat iş başa düşmüştü, bu bebeğe iki gün baktım. Çatı, bebek için tekin değildi, zira pedofili olduğunu söylediğim, bizzat babası olan kedi de oraya sık sık uğruyordu ve birinci gün, onu bu kurtulamadığım canavarın altından zor kurtarmıştım. Yine de annesinin işgal ettiği çatıdan, onun annesiyle olan bağını koparmamak için içeri almıyordum, bebeğin de bunu tercih edeceği belliydi. Onun için orada geceleri altına girebileceği bir barınak yaptım. Bu sabah çapaklanmış minik gözleri sildikten sonra o küçücük dişlere, yarı katı şeyleri çiğnemeyi öğrettim. Bir ara bu bebeğin annesiyle paylaşmak için ayırmış olduğum yumurta tabağımı almak için içeri gittim. Geri döndüğümde gördüğüm manzara beni ürküttü, dehşete düşürdü; o küçücük kediyi, sübyancı babası, ağzına almış, hızla kaçırıyordu. Kötüsü, bu kez cinsel emelleri için değil, öldürmek için. Erkek kediler zaman zaman, bebek bakma sürecinde erkekleri reddeden annelere ulaşabilmek için, bebekleri öldürürler. Yakalamaya çalıştım fakat, çevik, her yere girebilen ve kuytuların benden daha çok hakimi olan kedi tarafından, iki gündür arkadaşım olan bu bebek, kısa hayatının sonuna, sonsuz uykusuna sürükleniyordu.

Bu olayın bende yarattığı etki üzerine, sokaklarda o an ezilen yüzlerce kedi, kuş, köpek, geçen gün Şanlıurfa'da ön ayakları kesilip üzerine sıcak su döküldükten sonra çöpe atılan ve canlı bulunan yavru kedi, açlık içinde kıvranan hayvanlar, çocuklar, ölmek isteyip ölemeyen insanlar, kısacası hayatın ölümden kötü olan yüzü gözümün önüne geldi. Sonrasında Doğu Afrika'yı vurmakta olan kuraklık ve birkaç gündür dikkatimi çeken, sosyal paylaşım sitelerinde bolca katılım bulan, Diyanet'in, Kızılay'ın, İHH'nın konuyla ilgili kampanyaları tekrar hafızamı tırmaladı. Aslında yazımın ana konusu bu; Yardımseverlik, yoksulluk ve bu konuya genel yaklaşım.

Öncelikle yardımseverlik mevzu, bana daima ikircikli gelir; çünkü niyetiniz iyi de olsa, yardımdan bahsetmek için, ortada "yardım edenler" ve "yardıma muhtaçlar" olmalı. Yani, bir yanda fazladan mülk biriktirmiş bir zümre var ve sırf bu yüzden diğer zümre, hayatta kalmak için gerekli kaynaklardan bile yoksun kalmış. Çelişki gördüğüm konu ise tam burası; Yardım edebilecek konumda olan kişi, dolaylı yoldan da olsa, diğer kişiyi yardıma muhtaç duruma sokmuş olmuyor mu? Önce birisini kaynaksız bırakıyorsunuz, sonra da fazla kaynağınızdan bir kısmını o kişiye bahşediyorsunuz. Demek istediğim şu; "yardım" kavramına gerek duyulan bir dünya, acz içindedir.

Konuyu biraz daha somutlaştırmak gerekirse, yardıma en büyük payı ayıran kuruluşlar, en büyük, en sömürücü, Starbucks benzeri kapitalist kurumlardır. Bu kurumlar, kaynakları alabildiğince kullanır, devleti de arkalarına alarak insanları köleleştirir ve bir dilenci konumuna getirir; fakat ironik olarak bu şirketlerin sahipleri, iş adamları, yardıma yönelik yaptıkları devasa yatırımlar sayesinde övülür, caddelere isimleri verilir, "hayırsever işadamı" olarak ölümsüzleştirilirler. Oysa ki "yardımseverlik" olmasa, ezilen zümre, kendi başının çaresine bakacak, başkaldıracak, hakettiği değeri kendisi, zorla alabilecektir. Bu açıdan "yardımseverlik", bana göre teşvik edilmesi değil, nefretle bakılması gereken bir olgudur. Demek istediğim, kölelik kavramıyla açıklanabilir; bana göre en kötü köle sahipleri, kölelerine iyi davrananlar olmuşlardır, çünkü sistemin zalimliğini, aşağılayıcılığını, bu iyi muamele ile örtmüşler, hatta nesiller boyu köleleri bile bu "iyi muamele" ile kendilerine hayran bırakmışlardır. Bu da kölelik sisteminin ömrünü uzatmıştır. O yüzden bugünkü günü kurtarmaya yönelik reformlar, kişisel veya kurumsal yardımlar, maske görevi görmekte, fakiri daha da fakirleştirmektedir.

İkinci bir konu ise, "herkes tabağındakini paylaşsa, açlık ve yoksulluk çözülür" tutumu. Sanıldığının aksine, günümüzün sorunu kuraklık veya kaynakların kısıtlılığı değil, zira Afrika sorunu yeni bir sorun değil, bu kuraklık tantanasından önce de, hergün 20.000 kişi orada yoksulluk nedeniyle (Açlık, hastalık, tıbbi gereksinim yokluğu, vs) ölüyordu, yani sefalet orada hep sözkonusuydu. Konuya açıklık getirmek gerekirse, basit bir ekolojik kural vardır; yiyecek miktarı o nüfusun yaşayabileceği miktardan az ise, nüfusta azalma, yiyecek miktarı ihtiyaçtan fazlaysa, nüfusta artış gözlenir. Bu açıdan baktığımızda, durmaksızın artan insan nüfusu, dünyada hiç de kıtlık yaşanmadığının bir kanıtı. Aksine, dünya nüfusu 4 milyarken de, daha fazla insana yetecek kadar gıda üretimi vardı, günümüzde de, dünya nüfusunun üstünde bir gıda üretimi var. Bu da daha çok nüfus artımına, aşırı nüfus artımı da, daha çok sefalete yol açıyor. Burada bir parantez açmak gerekirse, nüfustan fazlasına yetecek gıda, bu sefaletin yaşandığı ülkelerde değil, batıda üretiliyor. Lakin asıl nüfus artımı buralarda değil de, en fakir ülkelerde gerçekleşiyor. Nüfus artımı, gıda üretimi ile ilişkiliyse, bu bir çelişki değil midir? Değildir, çünkü üretimin bir yerde fazla olması, beklenen nüfus artışının illa ki o bölgede olmasını gerektirmez. O "fazla" gıda miktarının nerelere dağıtıldığını düşündüğümüzde bu çelişki ortadan kalkar. Yani diyeceğim; yemek paylaşmakla, bölgeye daha çok yiyecek götürmekle, daha çok gıda üretimiyle yoksulluğu çözemezsiniz, yoksulluğu "işsizlik" sorununu çözerek halledemeyeceğiniz gibi. Kısa vadede günü kurtarabilir, vicdanınızı rahatlatabilirsiniz fakat uzun vadede yoksulluğu ve gelir dağılımındaki dengesizliği sadece tetiklemiş olursunuz.

Diğer değinmek istediğim bir nokta da, dini argümanların bu konuda kullanılış şekli. Saat geçmiyor ki bir yerde "komşusu açken tok yatan bizden değildir" tarzı hadisler, ayetler, "hadi müslümanlığımızı gösterelim" tarzı öneriler, bu yardım kampanyalarına katılmak için bir "sebep" olarak öne sürülmesin. Hatta abartılmış, "5 lira değerinde üç mesaj, bir fitre artı bir oruç fidyesine denk geliyor" gibi hesaplamalar yapılmış. Yani Somali'deki kuraklığa katkı sunmak, sizin orucunuzun maddi karşılığından mı ibarettir? Bu tutumu hiçbir zaman anlamadım; yani inandığınız peygamber, "komşusu açken tok yatan da bizden olabilir" demiş olsaydı, "neyse ya boşver yardımı" mı diyecektiniz? Beni yakından tanıyan, fakat kendilerine inancım konusunda açıklık getirmediğim kişiler benim "cennetlik" olduğumu düşünüyor, pekçok eylemimden sonra ne kadar sevaba girdiğimden bahsediyorlar. Bir dine inanmadığmı söylediğimde, bana vurdumduymaz, çalıp çırpmaya, tecavüze meyilli, daha da gülüncü, din ve özellikle İslam konusunda cahil olan ve kafa yormamış, yarım akıllı bir vahşiymişim gibi bakılmasının nedenini anlıyorum; çünkü insanlar, bir iyilik yapmadan önce, onun sevabını-günahını tartıp ona göre hareket etmeye koşullanmışlar ve bu koşullama olmaksızın nasıl hareket edebileceklerini bilmeyecek kadar kendilerinden yabancılaşmışlar.

Halbuki biliyorum, sizler iyi insanlarsınız. "İyi" kavramının ne olduğu tartışılır, fakat kastettiğim "iyi", sizin ahlak değerlerinizin karşılığı olan "iyi". İyi insanlarsınız. O çok övündüğünüz dininizin kaynaklarını okumamışsınız; o kadar iyisiniz ki, okumuş olsaysınız, reddederdiniz. Okuyup da reddetmeyenler, sizler de iyi insanlarsınız; o kadar iyisiniz ki, çok inancınız olan, sizi hayalkırıklığına uğratmaktan korktuğunuz dininizi, sizin "iyi" kriterlerinizde yorumluyor, içinize, yani iyi bir insan olarak onurunuza sindiremediğiniz şeylerin, iyi niyetinizle üstünü örtüyorsunuz. Öyle olmasaydınız, bizzat kendi kaynaklarınızın teşvik ettiği çok eşli, tek eşli de olsa ataerkil aile yapısını savunurdunuz, kendi kitabınızın erkeğe verdiği kadın dövme ruhsatını, kölelik sistemini onaylardınız, benim gibi dininden dönenlerin, yani mürtedlerin öldürülmesini emreden hadise riayet ederdiniz, hatta müslümanlığa meyli olmayan gayrimüslimlere fitre verilmesini yasaklayan büyük alimlere uyar, yardım kuruluşlarına yardımda bulunurken, yardımın ulaştığı insanların müslüman olup olmadığını araştırırdınız, çocukların ergenlikten önce de nikahlandırılabileceğini, ergenliğe girer girmez cinsel ilişkinin caiz olacağını söyleyen dininizle aynı kanıda olurdunuz. Bunları yapmıyorsunuz, tüm çabalara rağmen, beyninizi tümden ele geçiremediler. Üstelik, sizin yardımseverliğiniz, dindarlığınızdan değil, kendi içinizden geliyor. Yan komşunuzda, yan komşumda yangın olsa, benim, sizin, oraya atılıp kurtarmak için, içimizden gelen bir hareketlenme olur. Bu ne Allah korkusudur, ne din emri, hatta belki de hiç görmediğimiz komşumuza olan sevgiden de kaynaklanmaz bu; bu, tamamen ormandan getirdiğimiz, karşılıklı yardımlaşma içgüdüsüdür. İnsan, sosyal bir hayvandır ve tüm sosyal hayvanlar gibi, karşılıklı yardımlaşma, türümüzün hayatta kalmasında ve zeka gelişimimizde çok önemli bir etken olmuştur. Birbiriyle pek dost olmayan kabileler dahi, bir felaket sırasında, bugünkü "eğitimli" insanların kolay kolay sağ çıkamayacağı buzul çağından, zorlukların altından el ele vererek kalkmışlardır. Günümüz izole edici, insanları çekirdek aileler gibi küçük gruplar halinde yönetmeye endeksli sistemde, bu yarıdmlaşma içgüdüsü artık kendisini pek gösteremese de, birbirimize ihtiyacımız olduğu bilincini hala taşıyoruz. Fakat kendinize öyle yabancılaşmışsınız ki, "iyi" bir insan olduğunuzun farkında değilsiniz. Cinsel dürtülerinizi, hatta doyma isteğini, bedensel tüm değerlerinizi kötüleyen, sizi kendinizden tiksindiren din, sizin iyi vasıflarınızı da sahipleniyor, sanki o vasıfları size kendisi vermiş gibi hissettiriyor. Yani o olmasa aşağılık olurdunuz, sizin birkaç temiz sıfatınızı da size o veriyor.

Hayır okuyucu, hayır, sen iyi bir insansın. Kalbini, vicdanını, o atacağın 5 liralık mesajla örtmeyecek, "ben elimden geleni yaptım, gerisi Allah'ın takdiri" demeyecek, bu sistemin iğrençliğini "kader" diye geçiştirmeyecek kadar iyisin. Reformlarla, günü kurtarmaya yönelik yardımlarla yetinmeyecek, radikal kararlar alabilecek kadar iyisin. Örneğin, işe üremeyi durdurarak başlatabilirsin. Daha çok nüfus, daha çok üretim, kapitalist odaklara satılacak daha çok ürün demektir, bunun sonucu da doğal kaynakların daha çok tüketimi, doğanın daha çok tahribatı, daha çok sefalettir. Aşırı nüfus artışı, "hayat" diye baktığımız doğumlar, zaten ekoloji için çok kalabalık olan bir dünyada, aslında insanlığın ve doğanın katli demektir. Biliyorum, sen, bugün o resimlerini paylaştığın, yüzünde çıkan yaraların üzerine yapışmış sineklerle açlıktan ağlayan o Afrikalı çocuğu, kendi çocuğundan ayırmayacak kadar iyi birisin. O yüzden, yeni bir çocuk yapmak, kaynaklarını ona harcamak, "her eve üç çocuk" ordusuna dahil olmak yerine, o kaynakları elinden alınmış, belki AIDS dahil pekçok hastalıkla aç, sefil, öksüz bırakılmış o çocuğu evlatlık alabilirsin. "Para benim param, istediğim kadar çocuk yaparım, yine yardımımı da yaparım, üstüme düşen yükü yıkmış olurum" demiyorsun, eminim.

İyisin sen, ve daha da önemlisi, sığ değil, derinsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder