3 Ağustos 2011 Çarşamba

Biricik Stirner

... Öyleyse "serbest rekabet" gerçekten "serbest" midir? Dahası, hakkını bu başlık üzerinden temellendirdiği için, kendisini ifade ettiği gibi, bu bir -şahıslar arası- "rekabet" midir? Bildiğiniz üzre, bu (rekabet), insanların tüm kişisel kurallardan özgür kalmasından hasıl oldu. Devletin, kentsel kaidedeki bu hakimin, bin bariyerle etrafını sardığı bir rekabet, "serbest" midir? Harika iş yapan bir imalatçı var ve ben onunla rekabet etmek istiyorum. "Buyur," diyor devlet, "bir rekabetçi olarak senin şahsına yapacağım bir itiraz yok." Evet, diye cevap veriyorum, ama bunu yapabilmek için, bina için mekana, paraya ihtiyacım var! "Bu çok kötü; ama paran yoksa, rekabet edemezsin. Mülkiyeti koruduğum ve ona imtiyazlar tanıdığım için de kimseden bir şey alamazsın." Serbest rekabet serbest değil, çünkü yarışmak için gerekli ŞEYLERDEN yoksunum. Benim şahsıma hiçbir itiraz yapılamaz, fakat "şeylere" sahip olmadığım için şahsım da geri adım atmak zorunda. Peki ya gerekli şeyler kimde var? Muhtemelen o imalatçıda mı? Tamam, onun elinden alabilirim! Hayır, o şeylere, mülkiyet olarak devlet sahip, imalatçı ise sadece onları tımar olarak tasarrufunda bulunduruyor.

Fakat, imalatçı olarak rekabeti denemek boşuna olduğu için, şu hukuk profesörüyle rekabet edeceğim; o herif bir ahmak, ve ondan yüz kat fazlasını bilen ben, onun sınıfını boşaltabilirim. "Okuyup mezun oldun mu, arkadaşım?" Hayır, ama bundan ne çıkar? O bölümde öğretim için ne gerekli olduğunu fazlasıyla anlıyorum. "Üzgünüm, ama rekabet burada 'serbest' değil. Şahsına karşı söylenecek hiçbir şey yok, ama şey, doktorun diploması, eksik.Ve bu diplomayı, ben, devlet olarak istiyorum. Önce saygıyla benden onu rica et, sonra ne yapılabileceğine bakalım."

Bu, dolayısıyla, rekabetin "serbestliği" denilen şey. Devlet, benim sahibim, öncelikle beni rekabet etmek için vasıflandırıyor.

Fakat, gerçekten şahıslar mı rekabet ediyor? Hayır, tekrar, sadece şeyler! Öncelikle paralar, vs.

Yarışmada her zaman biri, diğerinin arkasında kalacak (Örneğin, şairin arkasındaki kalitesiz şair). Fakat şanssız yarışmacıda eksik olan şeyin kişisel mi yoksa maddi mi, aynı şekilde maddi araçların kişisel enerjiyle mi kazanılabileceği yoksa lütufla, bir hediye olarak mı edinilmesi gerektiği arasında fark vardır. Lakin başından beri araçları edinmek veya kullanmak için devletin onayını bekliyorsam (Mezuniyet örneğinde olduğu gibi), araçlara devletin lütfuyla sahibim demektir (Kolejlerde ve üniversitelerde fakir insanlar zenginlerle rekabet ediyor. Fakat bunu sadece, bize, serbest rekabetin bir kontrol edici prensip haline gelmesinden çok önceki zamanlardan miras kalan "burs" yoluyla yapabiliyorlar. Oysa ki rekabet ilkesi burs kurmaz, "kendine yardım et, araçları tedarik et" der. Devletin, bu amaçlarla verdikleri ise ilgili sebepler için yaptığı harcamalardır, yani kendisine "köleler" yetiştirmek için).


Bu pasaj, Max Stirner'in The Ego and Its Own kitabından alelade çevirerek yaptığım bir alıntı. Amacım, biraz Max Stirner'den bahsetmek. Stirner, bana göre, felsefeye büyük ölçüde nokta koymuş kişidir. Bu iddia felsefeye aykırı gibi görünebilir; fakat felsefenin ölümsüz, insan aklı var olduğu sürece yaşayacak bir olgu olduğunu düşünenlere de Stirner'in cevabı hazır olacaktır: "Senin tanrın, 'sabit fikrin', felsefe konsepti olmuş."

Stirner'in felsefeye nokta koyduğunu söylememdeki neden; O zamana dek söylenenlerin ne kadar anlamsız olduğunu gözler önüne serişinden ve ondan sonra gelen düşünürlerin de ya onu tekrarlamaktan, ya da onun reddettiklerini savunmaktan (Üstelik kendisini gözardı ederek ve adından hiç bahsetmeyerek) öteye gidememiş olmalarıdır. Örneğin, kendisinin Nietzsche'nin fikir babası olup olmadığı hep tartışılagelmiştir. Nietzsche'nin pekçok görüşü Stirner'in tekrarından ötesi değildir lakin Nietzsche, sayısız düşünürden alıntı yapar, etkilendiğini söylerken, Stirner'den bahsetmez. Bu karşılaştırmadan kısaca bahsetmek gerekirse, bence de Nietzsche, Stirner okumuş olmalı. Stirner'in alıntısını yaptığım kitabının giriş ve kapanış cümlesi "ben meselemi hiç üzerine kurdum (Herşey benim için hiçbir şeydir)", Nietzsche'nin bu felsefeden etkilenmediğni söylemek zor. Ayrıca Nietzsche'nin güç hakkındaki fikirlerinde Stirner'den izler görsek de, ben Stirner ve Nietzsche'nin çok farklı olduklarını düşünüyorum. Örneğin, Nietzsche'nin demokrasi karşıtlığında, aristokrasi yanlısı olmasının izleri vardır. Stirner'de ise bu durum tam tersidir. Stirner, demokrasiyi bir kandırmaca özgürlük olarak görür. Ona göre, eğer siz, devletten haklarınızı istiyorsanız, devlet olmadığı durumda dahi bu hakları toplumdan sağlamaya çalışıyorsanız, onlar sizin haklarınız değildir; Siz, haklarınızı, topluma veya devlete teslim etmişsiniz ve onların adilce dağıtılmasını istiyorsunuzdur. Fakat, bir şeyi siz, kendiniz tedarik etmiyorsanız, onun sizin hakkınız olduğunu söyleyemezsiniz. Yani, neye sahip olmaya gücünüz yetiyorsa, ona hakkınız vardır. Bu görüş, çoğu illegaliste ve sivil itaatsizliği savunanlara öncü olmuştur.

Stirner gibi bir insanın, liselerde felsefe derslerinde ve üniversitelerin ilgili bölümlerinde gözardı edilmesi doğal. Lakin, benim asıl sitemim anarşistlere olacak. Dünya genelinde, Stirner'i, anarşistler dahi daima gözardı etmiştir. Emma Goldman bunu, Anarşizm ve Diğer Denemeler kitabının ön sözünde şöyle dile getiriyor: "Max Stirner'de 'herkes kendine, altta kalanın canı çıksın' teorisinin bir havarisinden başka bir şey görmeyen de, aynı dar zihniyet. Stirner'in bireyciliğinin en büyük sosyal fırsatları içerdiği gerçeği tamamen gözardı ediliyor."

Genel anlamda felsefe tarihinde çığır açtığını, hatta çoğu felsefi akımı yerin dibine soktuğunu düşünürsek, böyle bir değerli düşünüre, böyle bir hazineye sahip anarşistler, neden Stirner'i gözardı ediyorlar? Otoriter teorilere sahip ve toplumcu Karl Marx'ın, otoriteyi ve toplumu reddeden Stirner'e adamakıllı cevap verememesini, Nietzsche'nin adından bile söz etmemesini anlarım, fakat aynı şeyi neden anarşistler de yapar? Hatta öyle ileri gidilir ki, Stirner zamanında henüz anarşizm, sistematik bir hareket olarak oluşmadığı için (Sanki anarşizmin bir doktrini varmış gibi), Stirner'in anarşist olmadığını iddia edenler bile var. Bu da biraz "Soykırım kavramı henüz oluşmamıştı, o yüzden Ermenilere yaptığımıza soykırım denemez" argümanı kadar mantıksız (Kaldı ki, çoğu anarşist, kendisini bu çağda bile anarşist olarak tanımlama gereği duymaz ve hatta bir güruha mensup izlenimi vermekten çekinir). Yukarıda öylesine çevirdiğim, Max Stirner'in başucu eseri kitabın, yazılmasının üzerinden 150 seneden fazla zaman geçmesine rağmen, Türkçesi bile yok.

Aslında bana göre bunun nedeni çok da karmaşık değil. İronik olarak, pekçok anarşist, aslında sosyalizmden çok da öteye gidebilmiş değiller. O yüzdendir ki, her yer, Kropotkin'in kitaplarıyla dolup taşıyor. Yanlış anlaşılmasın, Kropotkin değerli bir isimdir, fakat, anarşist olmayanların "devlet olmazsa nasıl düzen olacak?" sorusuna anarşistler, Kropotkin'den, Rudolf Rocker'dan alıntılarla cevap verirler, "bakın, gayet düzgün bir düzenimiz olacak" derler. Onlar da ekonomik olarak sol görüşlüdür, fakat otoriteden çekindikleri ve anarşistlerin, sosyalist otoriteler tarafından tarih boyunca çok çektikleri için, otoriter sosyalizmi reddederler fakat özgürlükçü sosyalizmden çok da ileri gidemezler (Bu arada özgürlükçü sosyalizm de bir anarşizm koludur). Anarşistlerin de toplum taslakları mevcuttur; Üretim araçları çalışanların ellerinde olacaktır, ekonomiyi ve gelir dağılımını işçiler, sendikalar ve halk bir araya gelip verecektir, toplumun her bireyi, karşılıklı dayanışmayla birbirini tamamlayacaktır. Teoride bunlar uygulanabilir ve günümüzle kıyaslandığında çok daha tercih edilebilir düzenler. Lakin, bunlar henüz sistematikleşmeden, Stirner çıkmış ve konuşmuş: "Ben, toplumu tamamlayacak puzzle parçalarından biri miyim? Hayır, ben bir bireyim. Başta şahsi bir otorite olmasa da, toplum beni parçası olarak görüyorsa, bu da görünmez diktatörlüktür ve beni boğar. Ben, toplum için çalışan bir makine değilim ve canım istediğinde, tembellik etmeyi seçebilmeliyim. Beni hizmet etmeye zorlayan şey ister toplum olsun, ister bir kral, veya haksız rekabetin yarattığı zorluklar, benim için farketmez."

Stirner'e göre, birbirimize ihtiyacımız olduğunda kuracağımız şey, bir müzik grubu gibi, istediğimizde dağıtabileceğimiz bir birlikten ötesi olmamalıdır. Birliğe dahil olanlar, birlikteki diğer kişilerin yeteneklerini kullanır, üstüne kendi yeteneklerini koyar, herkes birbirinden yararlanır, iş tamamlandığında birlik dağıtılır veya birlikteki insanlardan biri vazgeçtiğinde anında ayrılır, kendi keyfine bakar. Bunun dışında sistemleştirilmiş, oy birliğiyle de olsa toplumun uyması gerektiği bir karara bağlanmış her "toplumu", "düzeni", "yasayı" Stirner reddeder. "Devlet olmadan toplum nasıl ayakta durur?" sorusuna, alternatif düzenler öne süren anarşistlerin aksine Stirner, "Toplum neden ayakta duruyor? Toplum sen, ben değiliz, toplum bir konsept, bireyin düşmanı. Ben devletten de, toplumdan da üstünüm ve toplumu koruyan kurallar olmadığında, nasıl yaşayacağımı biliyorum. Diğerlerinin nasıl yaşayacağı beni ilgilendirmiyor, ona kendileri kendi güçleri, yetenekleri, istekleri, zevkleri doğrultusunda karar verirler. Ben, toplum da dahil, beni baskı altında tutan tüm kavramları kendi mülkiyetim yapmaya, onları kullanabileceğim materyallere dönüştürmeye bakarım. Gelecek nesillerin nasıl yaşamaları gerektiği konusunda bir çaba içine girmek, bir hayali kovalamak, hayaletin peşinden sürüklenmek, dindarlıktan farksızdır" diye cevap verir. Toplumcu, sosyalist, komünist, sendikalist, mutualist anarşistler (Ki anarşistlerin çoğu bu kavramlara kendini oturtmuştur), Stirner'den bahsederken "o da öyle bir anarşistti işte" diye küçümserler. Kısacası Stirner, ironik olarak, toplum tarafından "kaosçu" olarak görünen ve korkulan anarşistlerin "kaosçu" olarak gördüğü, onların hayal ettiği dünya düzeninde kaosu yaratacağı için, çoğu anarşiste göre bile fazla kural tanımaz olduğu için çekinilen tipte bir adamdır. Herkesin fazla kuralsız olduğu için çekindiği düzenleri dahi "çok muhafazakar, bireyi fazlasıyla boğucu" oldukları için reddeder. Eğitim kurumlarının, başkaldırıcı öğrenciler yetişeceğinden korktukları için çekindikleri, anarşistlerin ise, insanlara "anarşizmin kaos olmadığını" anlatmak için kılı kırk yaran tüm çabalarını boşa çıkartabilecek türden bir insan olduğu için çekindikleri bir adamdır. Kendisinin sıkça söylediği gibi, "biriciktir" ve öyle olduğunu farketmeyen her birey de, sabit fikirli, devlet, din ve toplum tarafından ele geçirilmiş, "kendi" olmayan mecnunlardır. Karşı mı çıkıyorsunuz? Stirner'e göre söylediklerinin doğru olup olmadığına sadece kendisi karar verebilir. Siz onun düşüncelerini, alıp kullanabilir, çöpe atabilir, gücünüz ve dileğiniz izin verdiğince faydalanabilirsiniz. O da diğer insanların düşüncelerini, bedenlerini, eşyalarını, gücü yettiğince ve dilediği ölçüde kullanmıştır. "Dünya bana ait" diyor Stirner, siz de dünyanın size ait olduğunu görmüyorsanız, dünya gelirinin belli bir zümrenin elinde toplanmış olduğundan dolayı şikayet edemezsiniz. Çünkü buna, yani size ait olan dünyanın başkaları tarafından harcanmasına izin veren sizlersiniz. Buna bir ateist olarak "dünyanın kanunu" veya bir deist olarak "Allah'ın takdiri" diyorsanız da, sizler, ele geçirilmiş, sabit fikirli mecnunlar ordusuna dahilsiniz demektir.

Türkçesi olmayan bu kitabı, İngilizce bilenler alttaki linkten okuyabilirler. Ego and Its Own kitabı, Rorschach testi gibidir; her okuyan, karakterine, ruh haline göre, her spesifik pasajdan farklı sonuçlar çıkartabilir; bu da kanımca Stirner'in amacıdır ve kitabın felsefesine uyar. Ve -en net mesaj verenler de dahil- her kitaptan, her eylemden, herkesin farklı çıkarımlar yapacağını, farklı ölçülerde zevk alacağını ve herkesin "biricik" olduğunu anladığınızda, Stirner'in düşüncelerinden faydalanabilmişsiniz demektir.

http://theanarchistlibrary.org/HTML/Max_Stirner__The_Ego_and_His_Own.html

1 yorum: