Geçen gün bir arkadaşıma, her köşede bir kamera olmasından şikayet ettim. O da bana, "senin kendinden şüphen yoksa (Yani suç işlemeyeceksem), onların ne zararı var ki?" dedi. Ulan her adımı izlenen deney hayvanlarına dönmüşüz, açık havada götümüzü kaşıyamayacak duruma gelmişiz, bundan rahatsız olan bir ben, bir de belgesellerin yıldızı haline gelen Afrika aslanları mı diye düşündüm. İnsanlardan hayır yok, umarım ileride aslanlar baş kaldıracak bilince ulaşır da, devrimi onlar yapar.
Ben bu satırları yazarken, sizlerin cebinden çıkan yüzbinlerce lira, Irak dağlarına bomba olarak akıtılıyor, ödediğinizle övündüğünüz vergiler, bombalarla imha ediliyor. İmha olan sadece para, bölgenin dağları, dağların hayvan sakinleri değil, aynı zamanda insan. Sadece ölümüne hiç üzülmediğiniz PKK militanlarından bahsetmiyorum; biraz sonra üzülüp, ölümüne sinirleneceğiniz askerler de bu imhanın kurbanları. Çünkü her operasyonun hizmet ettiği amaçlar aynıdır; birincisi, size kültürünüzün empoze ettiği "intikam" duygusunun bilincinde olan devlet, intikam gereksiniminizi tatmin edecek, "bakın, hainler askerlerimizi vurdu ama devlet de üstüne düşeni yaptı" mesajı verecek. Siz de intikam duygunuz tatmin olduktan sonra, askerlerin ölümünü unutacaksınız. Öyle olmasaydı, yani operasyonlar, PKK'yı bitirecek olsaydı, devlet sizce, PKK'nın ateşkes kararını bitirip saldırıya geçmesini bekler miydi? Hayır, bu yolla bitseydi, devlet bunu çoktan halletmiş olurdu. Dolayısıyla operasyon, sadece bir kandırmacadır. Operasyonların ikinci amacı ise, Kürtlere, devletin gücünü ispatlayıp, onları sindirmeye çalışmaktır. Fakat her operasyonun sonucu aynıdır; bu sorunu biraz daha derinleştirecek, daha fazla gencin ölümünü garanti edecektir. Yani hiç kuşkunuz olmasın, şu anki hava harekatı, henüz 5-10 yaşında olan binlerce çocuğun, 10-15 sene içinde ölümünün garantisi. "Bebek katili" sözü size tanıdık geldi mi?
Tüm bu imhalar olurken, halkın çoğunluğunun "Türklük" ve "Kürtlük" duyuları kabarıyor, yani ırklar bu imhalarla besleniyor. Bu, ulus devletin işine gelir, fakat senin, benim, Baran'ın, Yağmur'un hayatını karartır. Bugün yazmak istediğim konu o yüzden bu ve halkların kardeşliği, temsiliyet, özerklik, PKK gibi alt başlıklar.
Halklar kardeş olabilir mi, olmalı mı?
Kürt hareketi 68 kuşağıyla birlikte belirgin bir şekilde sol tabanlı (En azından sol görüşlü isimlerin başını çektiği) bir hareket oldu. Geleneksel solun kardeşlik, eşitlik, birlik (İngilizce'de solidarity, Rusça'da объединение ve солидарность) gibi terimlerle ön plana çıkmasından dolayı, Kürt hareketini savunan Türk ve Kürtlerin de "halkların kardeşliğine" vurgu yapması doğal, ki gelinen noktada solla ilgisi olmasa da barış isteyenlerin diline pelesenk olmuş bir slogan "yaşasın halkların kardeşliği" (Kavram karmaşasını önlemek adına belirteyim, insanların bir fişleme altında birleşimi olmasa, halk kavramından söz edilemez, dolayısıyla burada bireylerden değil, onlara atfedilen fişlerden bahsediliyor).
Bu sloganda birleşenlerin çoğunun iyi niyetli olduğunun bilincindeyim, lakin bu mantığın çizdiği imaj bize şunu söylüyor; Türkiye'de "halk" dediğimiz Türk ve Kürt denen iki küme var (Ermenileri de katarsak üç), bu kümeler kardeş olacak, herşey çok farklı bir hal alacak. Bu iki "küme" de, harita üzerinde iki özerk bölgeye ayrıldığında somutlaşmış olacak, daima yaptığımız gibi kağıt üzerinde putlarımızı da görüp tatmin olacağız. Fakat ne hikmetse, "halk" kardeşliği için bireyler ölmeye devam ediyor.
Kişisel görüşüm, kemalizmin insanları "Türklük" altında birleştirmesi ne kadar yanlışsa, bireylerin "halk" veya ırk üst kimliğini kabul ettikten sonra, onları bu üst kimliklerin kardeşliğinde birleştirmenin de o kadar yanlış olduğudur. Ben Türk'üm, sen Kürt'sün. Ee? Benim "Türk halkına mensup" olmam bana hiçbir şey ifade etmediği gibi, senin de Kürt oluşun umrumda değil, zaten olmamalı. Çünkü söylendiği gibi "iki kurucu küme" falan yok, 80 milyona yakın "birey" var bu ülkede. Kürt olmak veya Türk olmak, her bireyin, yüzlerce özelliğinden sadece bir tanesi, hepsi bu. Yandaki komşumla Türk olmak, insan olmak, iki gözü olmak gibi genel konular dışında ortak özelliğim olmadığı gibi, her Kürt de ayrı ayrı bireydir ve bir kümeye dahil edilmemelidir, edildiklerinde ise kutsanan şey o küme, o halk, o örgüt olacaktır ve birey eriyip gidecektir, tarih bunun örnekleriyle dolu.
Bu yüzden, "halkların kardeşliği" sözünü bir sembolden ibaret görüyorum. Peki, bu "kardeşlik", nasıl sağlanabilir? PKK ile devletin masaya oturup anlaşmasıyla mı? Silahlı iki cephenin oturup anlaşması önemli ve ateşkes için kaçınılmaz olsa da, "halkların kardeşliği" adına bu da tamamen bir semboldür. Çünkü, ne PKK Kürt bireyleri temsil ediyor, ne devlet beni temsil ediyor. Bizler, sadece bu iki "şirketin" kullandığı piyonlarız. Hakkari'li bir Kürt, kendisini PKK'ya çok yakın görebilir, fakat PKK, sadece onun Kürt sorunu hakkındaki görüşünü yansıtabilir; bir birey olarak o insanın, PKK ile hiçbir ilgisi olmayan yüzlerce özelliği olmak zorundadır. Bu yüzden benim Taksim meydanında bir Kürt kızı ile barış amaçlı sevişmem nasıl bir sembolden ibaretse, halkların kardeşliği de öyle bir semboldür. Halihazırda Türkiye'de kabaca %15'lik bir ırkçı kesim var (Bunların çoğunluğu Türk faşisti fakat Kürtlerde de şahinler yok değil), bugün PKK ile devlet masaya otursa ve "terör" sorunu hallolsa, bu 10 milyonluk ırkçı bireyin günlük yaşamları, icraatleri, diğer bireylere bakış açıları ve müdahaleleri değişecek mi? Değişmeyecek, belki daha da kötüye gidecek. O yüzdendir ki, ne benim bir Kürt arkadaşımla sevişmem, ne de "halkları barıştırmanız" bir işe yaramayacaktır. Zaten olaya "Kürt halkı/hakları" şeklinde bakılması yanlış, çünkü ortada tek tip Kürt, tek tip Türk, bir sınıfa dahil etmenizi mümkün kılan bir robot sınıfı yok (Hep "Kürtler de ne istediğini söylesin ama" diye şikayet edilir, bundan net bir cevap çıkmaması kötü değil, aksine iyi bir durumdur). Herkes bireyden ibaret, herkesin zevkleri, istekleri, özellikleri, yetenekleri kendine özgü. O yüzden diyorum ki, "halk" denen şeyi imha edelim, insanların Kürt olması, Türk olması, "uzun kirpikli" oluşları gibi inkar edemeyeceğimiz fakat bize hiçbir şey ifade etmeyecek özelliklerinden biri haline gelsin.
Burada bir parantez de PKK için açmak istiyorum. Kendi içinde hiyerarşik, milliyetçi (Ezilen halkların milliyetçiliği olmaz demeyin, olur), yer yer devletçi tavır almış, otoriter, tek adam üzerine inşa edilmiş, fütursuzca eylemler içerisinde, tek tipleştirici, savaşla hayat bulan, Kürt bireylerin "mücadeleye katılmama hakkını" dahi küçümseyen, baskıcı bir örgütün savunulacak bir yanı yok (Kürtlerin çaresizlikten PKK'nın mücadelesinde saf aldığını, sırf bu yüzden empati ile yaklaşılması gerektiğini ve PKK'nın içindeki pekçok insanın bu saydığım olgulara karşı olduğunu biliyorum fakat örgüt yapısından bahsedersek, PKK ne kusursuzdur, ne sütten çıkmış ak kaşık). Sırf karşı olduğum devlet yapısıyla savaş halinde diye, düşmanımın düşmanı dostum falan olacak değil. Yalnız, PKK'nın tüm beceriksizliklerine, zararlarına ve tamir edilemez yapısal kusurlarına rağmen, ortada bir Kürt hareketi olduğunu inkar edemeyiz. Bu Kürt hareketinin içinde de, PKK ile ideolojik olarak flört halinde olan yüzbinlerce insan var. Bu insanlara sıkça söylenen "PKK ile aranıza kalın çizgi çekin" zorlaması aslında "Kürt hareketinden vazgeçin" anlamına geliyor ki burada inanılmaz bir hinlik sözkonusu. Birincisi, kimse PKK'nın savunduklarını reddetmek zorunda değildir; ideolojik yakınlık, organik bağ veya PKK'nın hedefe ulaşma yolundaki izlediği zarar verici yolun onaylandığı anlamına gelmez, PKK'nın bir terör örgütü kabul edilmesinin, savunduğu herşeyin yanlış olduğu anlamına gelmeyeceği gibi. İkincisi, ortada açık seçik bir manzara var ki, PKK'nın silah zoru olmasa, devlet Kürt sorununu tümden reddederdi. Şöyle bir düşünün, seçimlere kadar, PKK'nın aylar süren ateşkes dönemi vardı. Devlet ne adım attı? Görünürde hiç. Bu süre içerisinde devlet, operasyonlara devam etti, üstüne, başbakan defalarca "Kürt sorunu bitmiştir" dedi. Yani, aktif silahlı mücadelenin olmaması, Kürt sorununun bittiği anlamına mı geliyordu? Devletin mantığı daima bu olmuştur ve PKK'nın başardığı bir şey varsa, o da, gözümüze soka soka, bizlere Kürt sorununun varlığını göstermiş olduğudur. Pekçok Türk, faşist olmaktan ironik bir biçimde, faşist eğilimler gösteren partizanları bünyesinde bulunduran PKK sayesinde kurtulmuştur ki bunu da inkar etmiyorum. Yani sizi "demokratik" yollarla dinleme niyetinde olmayan bir devlet var ve size "PKK ile arana set çek" deniyor. Bu nasıl bir mantıktır?
Şu özerklik meselesi
Evinizde bir evcil hayvanınız var mı? Varsa muhtemelen çok seviyorsunuzdur, hiç şüphe yok. Belki de onu evinizin bir üyesi gibi görüyorsunuzdur. Fakat o hayvan evin kurallarına uymak zorundadır, tuvaletini sizin dediğiniz yere yapacak, verdiğiniz yiyeceklere razı olacak ve sizin ondan beklediğiniz şirinlik gösterileri gibi görevleri yerine getirecektir. İşte Kürtlere senelerdir Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusalcılar ve şu anda AKP aracılığıyla yaptığı da tam bu muamele. "Kürtler, siz bizim kardeşimizsiniz, fakat Kürt sorununun tanımını ben koyarım, çözümünü ben hallederim, hizmetinizi, yatırımınızı ben sağlarım ama Türkiye Cumhuriyeti'nin kurallarına siz uymalısınız." Kürtler, sorunu kendi tanımlamaya, çözümünü kendileri üretmeye kalkıştıklarında, "dış güçlerin oyunlarına" alet oldukları iddia edilir. Onları oraya kuracağımız okullarla, vereceğimiz hizmetlerle "evcilleştirme" gereği duyarız. Başarısız olursak, o yatırımların iki katını savaş malzemelerine harcayıp bunu zorla yaparız. Aynı muamele, kadın sorununda da kendini gösteriyor. Sorunun tanımını koyan da, çözüm ürettiğini düşünen de hep erkeklerdir, kadınların evcilleştirilmesi de ataerkil kültürün eğitimiyle ve yer yer kaba kuvvetle sağlanır.
Ben özerkliği sonuna kadar destekliyorum. Neden? Yukarıda eleştirdiğim Kürt ve Türk alt kümelerini aynı yazıda bir çelişki içerisine düşüp savunmaya geçtiğim için mi? Hayır. Özerkliği destekliyorum, çünkü ben de kendi özerkliğimi istiyorum. "Türk" olduğum için değil, başkalarının özerkliğini de Kürt oldukları için desteklemiyorum. Zaten savunduğum modelin ulusla, ırkla falan ilgisi yok ki öyle bir özerklikten bahsedemeyiz. Bu nasıl mümkün olabilir? Bazı illerde ağırlıklı olarak Kürtler yaşıyor fakat yer yer fiziksel soykırımla, yer yer kültürel soykırımla Türkleştirilmiş ve bu iller Türklüğün kalesi haline gelmiş, bazı illerde devlet eliyle Kürt ve Türkler, Kürtleri Türkleştirmek amacıyla karıştırılmış, bazı illerde ezelinden beri Kürtler ve Türkler bir arada yaşamış, bazı illerde asimile olmamış ve her seçimde kendini belli eden Kürt hareketinin ateşli savunucuları yaşıyor. Nasıl kalın çizgilerle ulusa dayalı bir özerk bölge kurabilirsiniz? Bu mümkün görünmüyor.
İkinci bir husus da, özerkliğin niteliği. Ben, bu bölgenin özerk bir bölge olduğunu iddia ediyorsam, fakat benim İstanbul'dan aldığım bir karar, "özerk" bölgemin sınırları içerisinde kaldığı için Keşan'lı Ali'nin hayatını etkiliyorsa, o bölgenin özerkliğinden bahsedemeyiz (Aynı şekilde, Diyarbakır'daki bir vatandaş ile, kilometrelerce ilerdeki Ağrı'lı bir kişi, o kararda müdahil olmadıkları sürece, aynı "özerk" bölge kararları ile sorumlu tutulamaz). Bu sadece, o bölge içerisindeki yöneticilerin, merkezi otoriteden bağımsız hareket ettiği anlamına gelir, fakat yine de ortada (Bu kez feodal sisteme yakın) bir erk vardır, yani halk adına değişen pek de bir şey yok demektir.
O yüzden benim üzerinde durduğum model, herkesin, üzerinde yaşadığı bölgeyi etkileyecek kararlara, temsilcisiz, birebir iştirak edebildiği özerk bölgelerden oluşan bir sistem. Biz, buranın sakinleri olarak, "çılgın proje" ihtiyacında isek, mühendisinden işçisine, buna kendimiz karar verebilmeliyiz. Eğitim sisteminden, müfredattan sınav konseptine kadar şikayetçi olan bizler, milyonlarca insan, onlarca yeni sistem deneme, birbirinden örnek alma, geliştirme potansiyeline sahibiz. Her özerk bölgede, birbirini tanıyan, kendi ihtiyaçlarını ve kalkınma planını kendi ayarlayan halk, ekonomik sisteminden şehir planlamasına kadar herşeyine kendisi karar verebilmelidir. Bu da ancak, özerk yerel bölgelerle mümkündür. Tamamen farklı koşullarda yetişmiş, farklı fikirleri, planları ve zevkleri olan çocukların kaderine tek bir sistemden şekil veren eğitim sisteminden, milyonlarca insanı merkezden yöneten, ekonomisine, mimarisine, kültürüne, diline, dinine tek bir meclisten müdahale eden devletten kurtulmamızın şart olduğuna inanıyorum. Kaçınız bölgenizin milletvekilini tanıyorsunuz, onunla sorunlarını dile getiriyorsunuz, veya oyunuzu kullanırken, parti liderinin atadığı bu milletvekili adayı denen piyona göre mi oyunuzu verdiniz, yoksa geçici kralınızı mı seçtiniz? Hayatınıza yön veren kaç kanunda, kaç kararda sizin de bir fikriniz alındı? Kaç kanunu siz icat ettiniz, çevrenizdekilere önerdiniz de hayata geçti? Yeni yapılacak anayasa, size göre en mantıklı anayasa da olsa, sizin torunlarınızın da ileride, yapılışından hiç haberdar olmadıkları bu anayasaya tabi kılınacak olmaları, özgürlük fikriyle çelişmiyor mu? Gerçekten de cumhuriyet denen yönetim şeklinin monarşiden farksız olduğunu görmek bu kadar mı zor?
Özerk bölgelerin federasyonu ve doğrudan demokrasi, temsilcisiz öz yönetim, şüphesiz kusursuz değil, zaten çok övündüğümüz bu yerleşik yaşam da insanın doğasına aykırı. Ben şahsen tarım öncesi göçebe hayata dönmeyi, tüm dünyanın mülkiyetime dahil olduğu ve özel mülkiyetin olmadığı bir dünyayı tüm diğer sistemlere tercih ederim. Fakat içinde bulunduğumuz sistem, insanları, belli yerlerde belli mülklere sahip olup, o sınırlar dahilinde ikamet etmeye, senede birkaç haftalık tatil dışında işinin ve izole ailesinin hapsinde kalmaya zorluyor, milliyetin, dinin yeri de böylece perçinleniyor. Bu hapis sisteminde de en iyi sistem, en azından açık hava hapisanemizin özerkliğini çalmayacak bir düzendir. Öyle olursa, insanlar kendileri, hangi dilde eğitim alacaklarına, nereye neyi inşa edeceklerine, mekanlarına ne isim koyacaklarına kendileri karar verebilirler. Yani ben "Kürtlerin hakları Kürtlere" tezini öne sürmüyorum, herkes hayatına kendisi karar vermelidir diyorum. Benden, onların alacakları bu kararlara müdahale etmemi beklemeyin, bırakın ben haklarımı kendim savunayım, kararlarımı kendim alayım, onlar da bunu yapsın, herkes öz yönetimini kendisi sağlasın, hatta isteyen sahilde bir sınıf açsın, Urduca eğitim versin. Merkezden Kürtler adına karar alınması ve benden bu kararlara sadık kalmamın, gerekirse varlığımla, bedenimle, ruhumla bu kararı korumamın beklenilmesi, sadece Kürtleri kısıtlayıp onlara zulmetmiyor, benim de hayatıma yok yere zarar veriyor. Herkesin kendi hakkına sahip çıkması, kendi hayatına yön vermesi gerekirken, tüm bir ülkenin sorumluluğu hepimize yükleniyor ve hepimiz mağdur oluyoruz
İnsanların sıkça dile getirdikleri bir şey var; "Anadilde eğitim karınlarını mı doyuracak? Neden Kürt haklarını savunanlar ekonomik problemleri dile getirmiyor?" Birincisi, insanın ana dili, dünyasına şekil veren dildir. Kişiyi ondan koparmak, doğasına yabancılaştırmaktır (Tüm dilbilimcilerin hemfikir oldukları nokta, çocukların anadillerinde eğitim aldıklarında daha başarılı olduklarıdır). Kürt çocuklarının içine düştükleri buhranı ve okullarda Türkçe öğrenene kadar geçen sürede Türk yaşıtlarından geri kaldıkları gerçeğini bir kenara bırakırsak bile, insanın sorası geliyor; teknoloji ve "ekonomik kalkınma" o kadar mı önemlidir? Yukarıda bahsettiğim gibi, Kürtleri geri kalmış birer evcil hayvan gibi görüyoruz. Bugün hala çoğu Amerikalı tarihçi ciddi ciddi Kızılderililerin neden teknolojiyi reddettikleri, neden İngiliz ve İspanyolların onlara sundukları imkanlara karşı savaştıklarını tartışıyor. Adamlar belki sizin "geri kalmış" olarak nitelediğiniz dünyada mutlular ve modern yaşamın kölesi olmak istemiyorlar, bunu hiç düşündünüz mü? İkincisi, onların ne tür yatırımlar, ne tür hizmetler bekledikleri, sadece özerk bölgelerinde, kendi aldıkları kararla açığa çıkabilir ve her özerk toplum kendi başına dahi kalkınma potansiyeline sahiptir. Yani özerk bölgeler, ekonomiden soyut değildir ve asıl tuhaf olan, onları yok sayan, onları evcilleştirmeyi kendisine görev olarak kabul etmiş, onlarla savaş halinde olan, diline, kültürüne karışan devletin "bahşettiği" hizmetlere verdikleri tepkiyi garipsemektir. Aynı ironiyi, bankalara yapılan saldırıları terörizm olarak nitelendiren fakir sınıfın bireylerinde de görebilirsiniz.
Diğer bir husus da, özerkliğin ilanından sonra, ileride bağımsız bir Kürdistan kurulabileceği korkusu. Öncelikle akılda tutulması gereken nokta, az önce belirttiğim gibi kalın sınırlarla çizilebilecek bir Kürt nüfusu yok, "Kürdistan" denen coğrafi bir bölge ezelden beri var fakat herşey harita üzerinde işlemiyor. İkincisi de Kürt halkının devletçi bir geleneği olmadığı ve öyle bağımsız bir devlet kurma niyetinde olmadıkları gerçeği. Yani baskı ortamı kalktığında, bağımsız bir devlet talebine öncelikle Kürtlerin çoğunluğunun karşı çıkacağını düşünüyorum. Fakat diyelim ki ben yanıldım ve Kürtler ayrıldılar. Ee nolmuş? Çok umrunuzda olduğunu iddia ettiğiniz tek bir askeri kurban etmeye değecek bir mevzu mudur bu? Şimdi özerklik olursa, 15 sene sonra bağımsızlık olacağını iddia edenler, şimdi bu sorun çözülmezse, bugün 5 yaşında olan bir çocuğun 15 sene sonra öleceğini garanti ettiklerinin farkında değiller mi? Çoğunuz, askerlik veya mesleki atamalar dışında, o topraklara adımınızı atmayacaksınız, o illeri haritada dahi gösteremezsiniz. Nedir o halde bu vatan hırsı, toprak açgözlülüğü? Tamamen ayrı dünyaların insanının diline, kültürüne ve hatta ileride oluşabilecek bir ayrılma isteğine oturduğunuz yerden müdahale etmek zorbalık değil de nedir?
Ben, sınırların tümüne karşıyım. Bana göre sınırlar, insanları bölüp daha rahat yönetmek için oluşturulmuş hapis duvarlarıdır. O yüzden bağımsız bir Kürdistan devletinin öncelikle Kürtlere hiçbir faydası olmayacak bir hata olacağını düşünüyorum. Fakat, onların bu arzuyu dile getirdiklerinde dahi arkalarında olacağınızı, en azından bu fikirlerinden dolayı onları perişan etmeyeceğinizi onlara hissettirmezseniz, işte o zaman onları "Kürtlük" alt kümesinde toplanıp size düşman olmaya zorlar, siz de Türklük altında dişlerinizi bileylersiniz, içerisinde gerçek insanların öldüğü bu iki suni kümenin savaşını durdurmak için de "yaşasın halkların kardeşliği" demeye devam etmek zorunda kalırsınız. O yüzden iyisi mi, şu halk olayını yok edelim. Halklara bu kadar değer verilirken insanlar imha oluyor, belki halk konsepti imha edildiğinde insanlara değer verilir, ne dersiniz?
Bu arada, sokakta götünüzü kaşıdığınızdan haberi olan devlet, mayınlar döşenmesinden, askerlere pusu kurulmasından bihaber. Size de bu biraz şüpheli gelmiyor mu? Sakın bu savaştan bizzat devlet, ordu, silahları her iki cepheye de pazarlayan şirketler, devletler besleniyor ve arka planda hiç de tahmin etmeyeceğiniz olaylar dönüyor olmasın? Belki de taraf olmanız, sizi koruyor sandığınız kuzu kılığındaki kurtların işine geliyordur, isterseniz bir daha düşünün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder