Tarihin dar, karanlık, komplocu, gizli gruplar arasındaki çekişmelerden ibaret olduğu, yetkin Türk yazarlarının dünya literatürüne kattığı bir şey. Zaten dünyada bu kadar komplo teorilerine meraklı ve bunların gerçek sanıldığı bir ülke ABD, diğeri Türkiye. Hatta Türk yazarlar, Amerikan yazarlara bile ders verir bu konuda.
Buna göre dünya MOSSAD, Yahudiler, CIA, müslümanlar, masonlar, bolşevikler tarafından yönetilir. Bu grupların her biri ayrı ayrı dünyayı ele geçirme niyetinde oldukları için birbirleriyle mücadele halindedir, zaman zaman egemenlik birinden diğerine geçmiştir. Dünyanın geri kalanı da pasif olarak bu mücadeleyi izlemektedir, olaya dahil değildir. Hatta bizim Türk yazarlar olmasa geri kalanlar bu mücadeleyi izleyemeyecek, çünkü bu örgütlenmeler hep gizli, alttan alta. Yahudiler, nispeten daha az kalabalıklar ve hepsi dünyayı kontrol etme çabasına dahil. Müslümanların içinden de bazıları örgütleniyor ve hakimiyet kurmaya çalışıyor. Bunların en büyüklerinden biri olma yolunda, Fethullah Gülen cemaati geliyormuş.
Aslında bu tarz kitapları okumam, bilim kurgu gibi gelir. Ben bu konuda Marx'ın düşüncesini destekliyorum. Dünya tarihi, kapalı kapılar ardındaki karanlık odalardan değil, sınıf mücadelesinden ibarettir.
Neyse. Fethullah Gülen kadrolaşmasını hep duyardık, Kemalistlerin kuşkusu yoktu ya, bu kitapla kuşkuları tümden silindi. Ben de okuyayım dedim, bu kadar gürültü kopardı sonuçta.
Lakin ilk 400 sayfası otobiyografi kıvamındaydı. Anılar, anılar. Sonraki 200 sayfası cemaatle ilgili lakin kitaba sonradan alelacele eklenmiş gibi duruyor, bir bütünlük yok. Bahsettiği balyoz belgeleri, Ergenekon, Baykal kasedi gibi konular da tamamen çarpıtma, kanıtsız kendi yorumları ve yalanlardan ibaret. Kamuoyunu arkasına almak için ne bulmuşsa alelacele doldurduğu gayet açık. Kitabı önyargısız okuyan çoğu kişi, benim gibi, kendisinin hukuki bir korkusu varmış da alelacele bunun bir komplo olduğunu önceden yazmış hissine kapılacaktır. Hele kitabın pompalandığı ve yayınlandığı zaman, bu hisle birebir paralel. Kemalistler ise hayal dünyalarının kanıtlandığını düşünecek, bir anda "Evet, bu bir milat!" diyecektir, lakin ortada yeni hiçbir şey yok.
Hayır, ayrıca Ergenekon ile, Balyoz davasına ilgili duyanlar açsın belgeleri takip etsin, bu olayları Avcı'nın kanıtsız yorumlarından dinlemeye ne gerek var? Ben öyle yapıyorum, o yüzdendir ki Avcı'nın çarpıtmalarını görebiliyorum. Hem de bunlar o kadar tutarsız iddialar ki. Kendine kurulan komplolardan bahsediyor, lakin kendisini uyaranlar da cemaate mensup yüksek düzeyli polislermiş, kendisine komplo kuranlar da. İşin içinden çıkamıyorsunuz.
Lakin diyelim ki ben yanılıyorum. Hatta beni de suçlayalım, diyelim ki ben de Fethullahçıyım. Hanefi Avcı'nın haklı olduğunu düşünelim.
Hatta ileri gidelim, iş, Avcı'nın da söylediğinden vahim olsun, Fethullahçılar onun sandığından da başarılı, tüm Emniyet teşkilatını, bütün teşkilatları eline geçirmiş olsunlar. Ee? Sorun ne?
Gittik bir emniyet müdürüne, okul müdürüne, "Fethullahçı mısın?" diye sorduk. "Evet," dedi, "benim hocamdır, kendisine saygı duyar, tüm dediklerine inanırım."
Ne yapacaksınız? İşten mi atacaksınız? Hapse mi tıkayacaksınız? Daha başka kimler inancı yüzünden hapse atılmalı?
Benim cemaatlerle işim olmaz. Fehullah Gülen'le alakalı değil bu. Cemaat kavramı bana yabancı. Daha önemlisi, bir kişiye biat etme kavramı bana yabancı. Kendimi en uç solda, hatta onun ötesinde (Post-leftist) olarak tanımlıyorum, lakin Marx'a biat etmiyorum. Lenin'i eleştiriyorum. Kendi düşüncelerimi, ayrılıklarımı, farklı düşünce hakkımı bir bütünün içinde eritip yok edemem, bana uymaz, o yüzden cemaat kavramı bana yabancı ve Fethullah gülen cemaati benim gözümde makbul değil.
Zaten agnostiğim, dinim yok. Politik görüşüm de anarko-primitivizm. O yüzden cemaatin gözünde de muhtemelen ben makbul değilimdir.
Lakin, Fethullah Gülen cemaatinin de, herkes gibi, örgütlenme, düşüncelerini savunup yayma hakkı vardır. Bunu yaparken de inançları gereği baskıya maruz kalmama hakkı vardır.
Tabi ki bu süreçte birlikte verimli çalışacağı insanları kayıracaklar, atamalarda bu da göz önünde bulundurulacak. Ben de post-leftist bir düzen yolunda yapılmış bir devrim sonrası kurulan hükümette önemli bir yere gelsem, dava arkadaşlarıma, güvendiğim adamlara, birlikte verimli çalışabileceğim, geçmişini bildiğim adamlara öncelik veririm.
Bunun da bir sınırı var tabi. Tutup bir manav arkadaşımı Jeofizik Araştırma Komitesi'nin başına getirirsem, yasal mekanizmaların devreye girip beni Kars'a umumi bir tuvaletin sifon çekicisi olarak süreceğini bilirim. Ama bu, inançlarım yüzünden değil, görevimi kötüye kullandığımdandır.
İşbu yüzden, kim sınavda soru çalmış, kim arkadaşını hiç alakasız bir işe atamışsa, tutuklanmalı ve cezalandırılmalıdır. Lakin bunu sadece Fethullahçılar mı yapıyor? Bunun öyle olduğunu düşünecek kadar zırdeli olanlar var mıdır bilmiyorum. Ama iş öyle değil ve bu yüzden, Gülen cemaatinin özellikle vurgulanmasının nedeni başka.
Bunun nedeni de "Tehlikenin farkında mısınız?", "Ülke satılıyor, şeriat geliyor" propagandasının bir uzantısı. Bu bağlamda da beğenin ya da nefret edin, en başarılı cemaatlerden biri olan Gülen cemaatinin hedef gösterilmesi, Kemalist devletin İslam düşmanlığından ötesi değil ve bu oyuna kimi bilerek, kimi Nihat Gençseverler gibi nispeten gelenekçi tipler ise bilmeyerek alet oluyor.
Özetle, herkes örgütlenme, inancını yayma hakkına sahiptir. "Kimin neyi yayıp yayamayacağına devlet ve ordusu karar verir, yaşasın Kemalizm!" diyen kendini solcu zannedenler, dün yaptığı gibi yarın da solcu avına çıktığında o Kemalist devleti destekleyecek mi, merak ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder