Kötü bir genelleme gibi gelebilir. Kimse bunu sevgilisine, ebeveynlerine, kendisine yediremeyebilir. Belki de aldattığının (Aldatıldığının demiyorum) farkında bile değil çoğu insan. Bugün normalde üzerinde çok da durmadığım konular üzerinde biraz felsefi, biraz bilimsel, biraz psikolojik bir yolculuk yapmak istedim. Aşkın ne olduğu, bir kişiye hissettiklerimizin, diğer kişilerle olan duygusal ve fiziksel tepkimelerin üzerinde bir etkisi olup olmadığı, aldatmanın fiziksel birlikteliklerle sınırlanıp sınırlandırılamayacağı ve hatta partnerimizden başkalarıyla olan fiziksel temasın aldatma sayılamayacağı durumların varlığı konusunda okuyucularla biraz düşünelim istedim.
Aşk nedir?
Aşk aslında öyle "var mı/yok mu?" gibi bitmek bilmeyen bir tartışmaya konu olması gereken mistik, gizemli bir olgu değildir. Tüm canlıların evrim sürecinde, soy devamı için en uygun eşi seçmek için oluşturduğu mekanizmaların en komplikelerinden birine sahip gelişmiş insan beyninin tarih içinde şekillendirdiği bir olgudur ve aslında, birtakım kimyasal tepkimelerden ötesi değildir. Yine evrimsel süreçte, onu koruyan bir partneri olan kadınlar, daha çok çocuk yetiştirdiği ve biz bu bağı kurmuş insanların torunları olduğumuz için, kadınlarımız sahiplenilme, erkekler de sahiplenme dürtüsüne sahip. Dolayısıyla, genleri aşka, yani bu kimyasal tepkimelere daha az izin veren insanların, vahşi yaşamda soylarını devam ettirme şansı daha azdı ve doğal seleksiyona maruz kaldılar. Böylelikle aile kurumları, efsane aşklar ve bunların gerekli olduğu hissi, insan ortak miras bilinci olarak, farklı kültürlerin şekillendirmesiyle bir şekilde yer aldı.
Bahsettiğim kimyasallar, oksitosin, NGH, serotonin, vasopressin, noradrenalin, dopamin, testosteron ve östrojen. Örneğin oksitosin hormonu (Ki bu hormon aynı zamanda annenin bebeğine olan sevgisinin de nedenlerinden), çiftlerin birbirlerine duydukları özel tutkuda önemli rol oynuyor azalmasıyla, o başta duyulan tutku da azalıyor (1). Nerve growth factor (NGH) isimli protein molekül seviyesi de birlikteliklerin ilk dönemlerinde artıyor ve sonra normal değerlerine iniyor (2). Serotonin hormonu da obsesif-kompulsif bozukluğuna benzer etki yapıyor ve sadece o insanı düşünüyoruz (3). O yüzden aşk ve saplantıyı birbirinden ayırmak pek mümkün olmuyor (İşler yolunda ise, aşk veya saplantı bozukluğu arasındaki farkı kimse sorgulamaz, "sevgilisini deli gibi seviyor" der). Ayrıca testosteron seviyesi (İki cins için de) de önemlidir.
Pekçok hormonun, vücuttaki kimyasalın dalgalanmasına neden olan şey sadece cinsel etkileşim veya fiziksel beğeniden ibaret değil. İçgüdü ve duyuların merkezi olan limbik sistemin de bunda büyük rolü var. Thomas Lewis, Fari Amini ve Richard Lannon'ın A General Theory of Love kitabında işledikleri "limbik yankı", "limbik regülasyon" ve "limbik revizyon" olguları var.
Limbik yankı, memelilerin, çevresiyle, kelimeler olmaksızın empati kurma yeteneğini tarif ediyor. Memeliler, bu sayede birbirleriyle empatik uyum içine giriyorlar ve birbirlerinin iç dünyalarını algılayıp, birbirlerine uyum sağlayabiliyorlar. Beynimiz, empatik harmoni içerisinde olan bireylerden etkileniyor ve bu kişilerle iletişim kurma eğiliminde oluyoruz.
Limbik regülasyon aracılığıyla ise beynimiz, duygusal ve fiziksel olarak en sağlıklı bulduğu, güçlü bireyleri seçiyor. Limbik revizyon ise bu iki olguyu düzenliyor. Bunlar hep farkına varmadan gerçekleşen süreçler ve hayvanlarda da gözlemleniyor. İki insanı yakınlaştıran ve insana özgü sandığımız sebep, aslında beynimizdeki içgüdü merkezinden geliyor.
Yani aşk denen şey, kimi zaman birbirini beğeniden, kimi zaman iki insanın iç dünyalarındaki harmonilerden ve sağlıklı eş bulma dürtüsünden kaynaklanan birtakım kimyasal tepkimelerdir. Bu, aklımızda bulunsun.
Sevgi türleri
Psikolog Robert Sternberg'in geliştirdiği "sevginin üçgen teorisi" isimli bir teori vardır. Buna göre insan ilişkileri üç bileşenden oluşur: İlgi, tutku ve bağlılık. Bunların hiçbirini, birini, ikisini veya tamamını bir insana karşı besleyebilirsiniz ve buna bağlı olarak sevginizin çeşidi farklılaşır.
Eğer bunlardan hiçbirini hissetmiyorsanız, ortada sevgi yoktur. İlgi, tutku ve bağlılık (commitment) olgularının sadece birisinin bulunduğu ilişkilere bakarsak:
Sadece "ilgi", yani bir insanı önemseme varsa, bunun adı arkadaş sevgisidir. Ortada, karşıdaki insanı önemseme ve ona bağlılık (Yani resmi bir birliktelik) yok, sadece tutku varsa, bunun adı Dorothy Terrov'un uydurduğu, Türkçe'de karşılığı olmayan limerence halidir; özellikle yeni tanışılan, elde etme dışında önemseyecek kadar bağımızın bulunmadığı ve birlikte olmadığımız insanlara duyulan salt tutkudur ve adım atılmazsa geçici olmaya meyillidir. Karşınızdakine ilgi veya tutku beslemiyorsanız, ortada sadece kültürel nedenler, ekonomik nedenler, veya sadece evlenmek için razı olunmuş evlilik, ilişki, sözleşme, yani bağımlılık varsa, bunun adı boş sevgidir. Görücü usulü evliliklerde görülür, fakat bu boş sevgi, daha sonra tutku ve ilgi artmasıyla diğer sevgi türlerine dönüşebilir. Veya tam tersi, birbirlerine ilgi ve tutkusunu yitirmiş çiftlerde de görülen bir sevgi çeşididir bu.
Bu olgulardan ikisinin bulunduğu ilişkilere gelecek olursak: Kişiyi önemsiyorsak ve bir tutku da hissediyorsak, bu romantik sevgi anlamına gelir. Cinsel tutku ve karşılıklı önemseme vardır fakat ortada bir bağlılık, resmiyet söz konusu olmadığı için geçici olma ihtimali yüksektir. Bir de yanıltıcı sevgi vardır ki bu durumda bireyler, partnerlerine sevgililik, nişanlılık, evlilik gibi bir bağ ile bağlıdırlar, onlara cinsel tutkuları vardır fakat ortada ilgi, önemseme yoktur. Bunu, eşine şiddet uygulayan fakat onu kimseyle paylaşamayan, ayrılmak istemeyen bir adamla, veya aşık olduğunu söylediği bir adamın yakınlarını, kariyerini kaybetmesine aldırmayıp elde etmeye çalışan bir kadınla örneklendirebiliriz. Bu sevgi türü, yanıltıcı ve zararlıdır. Ayrıca, sadece ilgi ve bağlılığın olduğu, yoldaş sevgisi (Companionate love) denen bir sevgi türü de vardır ki, kişiler birbirini önemser, saygı duyar ama cinsel tutku yoktur. Uzun süreli evli çiftlerde görülen bir durumdur.
Son olarak, hem ilgi, hem tutku, hem de bağlılık var ise, buna eksiksiz sevgi denir. Böyle çiftler birbirine bağlı, birbirlerine karşı cinsel istekleri yüksek ve birbirlerini önemserler. Sternberg'e göre, herkesin aradığı sevgi çeşidi budur.
İki kişiyi sevmek veya aşık olmak mümkün mü?
Sternberg'in teorisine biraz kafa yoracak olursak; Partnerinize/sevgilinize/eşinize büyük bir sevgiyle/aşkla bağlı olan bir kişi, başka birisine cinsel istek duyabilir mi? Yani başkasına "tutku" bileşeni mümkün mü? Bunun mümkün olmadığını söyleyen olmaz sanırım. Peki aynı zamanda başkalarını önemseyebilir, ilgi gösterebilir mi? Bu da gayet mümkün, çünkü düşüncelerini, duygularını umursadığımız tek insan, eşimiz veya sevgilimiz değil. Bunların birleşimi yine bu insanda, hem cinsel istek duyduğu, hem de önemsediği insana karşı bağlı olma isteği getirebilir mi? Getiremeyeceğini söyleyemezsiniz. Yani eşine "eksiksiz sevgi" ile bağlı olan bir birey, aynı anda bir başkasına da "eksiksiz sevgi" duyabilir.
Yine kimyasal tepkimeler açısından baktığımızda, insan birden fazla kişiye karşı hormonsal yoğunlaşmalar yaşayabilir, hatta birden fazla kişiye saplantı oluşabilir. Fakat ortaya toplumsal sorunlar ortaya çıkıyor. Örneğin, hiçkimse toplumuzda partnerine, bir başkasına da aynı ilgiyi göstermek istediğini söyleyemez. "Bir gönüle iki insan sığmaz" sözüyle büyümüş çoğu insan, içinden gelen reaksiyonları, tepkimeleri, kimi zaman, kendine dahi itiraf edemeden bastırır. Özellikle ataerkil toplumlarda bu, kadınlarda daha sık görünür.
Lakin bizim bilmediğimiz başka yaşam formları da var. Örneğin bazı toplumlarda (Bororoslar, Nivhler, Masailer gibi), bir kadın, birkaç erkekle evlenebiliyor. Böyle toplumlarda, kadının birden çok erkeği sevebileceğine inanılır. Yine bazı kabilelerde, evli kadınların, aşık olduğu erkeklere gidip yaşama hakkı vardır. Kadın istediğinde yine eski evine döner, eski yerini alır ve kocasını yeterince sevmediği hususunda suçlanmaz. Bunlar "idealdir", doğrudur, yanlıştır demiyorum; Lakin toplumların izin verdiği, aile kurumunun ve farklı yaşam formlarının olduğu toplumlarda çiftler birden çok insana aynı anda bağlı kalabilir, aşırı tutkulu beraberlikleri olabilir, hepsini önemseyebilir.
Tekeşliliğin kabul gördüğü toplumlarda da insanlar sevdiği, aşık olduğu insanlarla evli olsa dahi, başkalarına karşı duygusal yakınlık hissedebilir, onlara karşı cinsel istekte bulunabilir ve aşkın tanımını yaparken söylediğim gibi bu, kimyasal tepkimeler, beynin ilkel bir kısımdan gelen istemsiz iletişim sonucu hissedilen duygular olduğu için, kişiler bu yüzden suçlanamaz. "Evli kadın nasıl aşık olabilir?" gibi bir soru ve suçlama tamamen akıl ve mantık dışıdır. Burada sorgulanması gereken; Bir insanın, kişinin, halihazırdaki birlikteliğinde, partneriyle/eşiyle yapmış olduğu anlaşmanın sınırlarına çıkıp çıkmadığıdır. İşte bu sınırın dışına habersiz çıktığınızda, aldatmış olursunuz.
Aldatma - İhanet
Önceki yazımda belirtmiştim. "Open relationship" diye bir kavram vardır. Kişiler evlidir, veya ciddi bir ilişki yaşarlar, çocuk yaparlar, fakat, başkalarıyla yakınlaşmaları, aşık olmaları, yaşadıkları geçici birlikteliklere onay verirler. Saçma gelebilir, yanlış da diyebilirsiniz, ama yüzlerce çift bu yolu seçmiş durumda. Burada aldatma veya ihanet gibi bir durum söz konusu değildir. Yine çokeşliliğin normal karşılandığı bir toplumda, birden çok insanla evlenmek ihanet değildir. Aslında ihanet, en basit anlamda, sözleşmenin dışına çıkmaktır. Bu bağlamda, bir "open relationship" durumunda, başkasıyla cinsel birlikteliğiniz ihanet değilken, eşinizin, aklınızda kimse olmadığına inandığı ve o sözü aldığı bir durumda, başka bir insan hakkında cinsel fanteziler kurmak da bir ihanettir. Fakat kişi, kendinden başka kimsenin bilmediği bu durum hakkında, partnerini de üzmeyeceğini bildiği için, suçluluk duymaz. Yani birçok kişi eşiyle birlikte olurken başkalarını hayal eder ve bunun bir ihanet olduğunu düşünmez. Çünkü doğamız gereği maddeciyiz; Birtakım imajlar ve fiziksel kurallar çiğnenmediği müddetçe, herhangi birini eşimizin rahatsız olacağı durumlarda düşünmeyi ihanet görmüyoruz. Halbuki hayal kurmakla eylemi gerçekleştirmek arasında, beyin ayrım yapamıyor, yani bir hayalin ve bir eylemin beynimizdeki etkisi aynı olabiliyor.
İkincisi, yukarıda bahsettiğim gibi, kontrol dışı olduğu için, duygusal etkileşimlerden dolayı insan suçlanamaz. Lakin eşler genelde bir hata yapıyor ve birbirlerinden, kimseden etkilenmemelerini bekliyor. İşte bu sözleşmeyi yaptığınızda, etkileneceğiniz biri muhakkak çıkar ve onu bozmuş olursunuz. Bastırsanız dahi, o sınırın dışına çıkmışsınızdır. Yazımın başında bahsettiğim "bilmeden aldatmak" işte budur.
Çözüm mü? Aslında çok basit. İnsanın kendini bilmesi, ve partnerine söz verirken "senle birlikte olduğum müddetçe başkasına yan gözle bile bakmayacağım" gibi gerçek dışı bir vaat yerine, "başkasına bir şey hissetsem dahi senin değerini bilip, seninle birlikte olduğum müddetçe sadık kalacağım" demesi daha uygundur. Diğer türlü, sevgilimizi, eşimizi melekleştiriyor, onları insanlıktan çıkarıp başka bir kalıba sokmaya çalışıyoruz.
Yani partnerinize aksini söz vermişseniz, başkaları hakkında fanteziler üretmek (Hiç gerçekten yapmasanız dahi), başka biriyle duygusal bağ kurmak da ihanettir. Tıpkı söz verdiğiniz halde partnerinizin istemediği arkadaşlarınızla görüştüğünüz gibi. Şunu diyebilirsiniz: "Onun, arkadaşlarıma karışma hakkı yok." Doğrudur, fakat sevgilinize, onun bu hakkının olmadığına dair bir hatırlatma yapmak yerine, söz verdiğiniz şeyin aksini yapıyorsanız, bu da bir ihanettir. Aynı şekilde, partnerinize "benim başkasını beğenmem, içimin kıpırdaması elimde olan bir şey değil, ama tercihim sen olarak kalacaksın" diyebiliyorsanız ve aklınızdan geçenleri eşiniz kabul etmişse ne ala. Lakin diyemiyor ve bunu yapıyorsanız ki yapmayan insan tanımıyorum, bu da bir ihanettir. Toplumsal normlar değişmediği, çiftlerin partnerlerini bir robot olarak değil, bir insan olarak görmeye başlamadığı sürece, insanların hepsi, tamamen suçsuz oldukları duyguları aracılığıyla, "ihanete" devam edecek, ki fiziksel olsun duygusal olsun, bundan zarar gören yine kadınlar olacak (Erkeklerin bunu fiziksel aldatmaya daha sık taşımalarının bir nedeni de bu toplumsal normlar). E tabi, pembe yalan, siyah yalan gibi, buna pembe aldatma diyebilirsiniz belki, o kadarını bilemem.
(1) http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/19482229
(2) http://www.biopsychiatry.com/lovengf.htm
(3) http://www.springerlink.com/content/c250hw4hvg4j7737/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder