19 Haziran 2012 Salı

Modern Dünya İnsanının Kimliği


İlk kez ne hakkında yazacağımı düşünmeden oturdum ve aklıma gelenler sözcükleri dökmek istiyorum.

John Lenon'a sormuşlar, "Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun" diye. "Mutlu olmak istiyorum" diye cevaplandırmış John. "Soruyu anlamadın" demişler, "Hayatı anlamadınız" demiş.

İçinde bulunduğumuz durumu özetliyor bu diyalog aslında. Uğrunda savaşlar verilen kimlik mücadeleleri, "Ben kimim?" sorusuna verilen dine dayalı, ırka dayalı, kişisel zevklere dayalı cevaplar artık hep geri planda kalıyor. Çünkü günümüzde esasen hangi işi yapıyorsanız, toplumun gözünde osunuzdur. Mühendis mi, doktor mu, ya da sırf "bir şey" olamadığı için "bir şey" olmuşların yapmadığı işleri yapmak zorunda kalan mı, fahişe mi, çöpçü mü, gününüzün uyanık kısmını hangi işi yapmakla harcıyorsanız siz osunuz. İşinde başarılı olana iş dışında da değer verilir, yoksa kimin umrunda kişilik tanımları?

Bunu yadırgamak ne derece doğrudur bilmiyorum çünkü insanları tanımak imkansızdır. Onları pratikte tanıyabiliyoruz ancak, yani pratikteki davranışlarıyla. Albert Camus buna örnek olarak oyuncuları verir; bir oyuncunun kişiliğini yüz performansını izleseniz de tanımazsınız. Fakat o oyuncuyu yüzüncü farklı performansında, doksandokuz performansını izlediğinize oranla daha iyi tanımış olursunuz. Yani insanların mesleklerine göre değerlendirilmesi bir dereceye kadar normal.

Fakat değindiğim nokta, insanların makineleşmesi; yüzyıllar boyunca onlara verilen kadın/erkek rolleri ve kültürel rollerin üstüne bir de mesleki rolünü ekleyip, kişilikleri tamamen geri plana itmek. Burada başka bir John, John Zerzan'ı hatırlarsak, iş bölümü başladığında insanın kendisine de yabancılaşmaya başladığını söylüyordu (Ki Marks'a göre bu yabancılaşma, ilerlemeye sebep olduğu için olumlu bir durumdur). Zerzan ile aynı ekolün temsilcisi Fredy Perlman bir örneklendirmeye gider ; eski avcı-toplayıcı kabileler bir duvar inşa edecekleri zaman bir araya gelir, planını, projesini yapar, duvarı inşa eder ve sonra dağılırlar. Yani bu işin sonunda hiçbiri duvarcılık mesleğinin kölesi olmaz, hayatlarını sürdürebilmek için ona bağımlı kalmazlar. Yani öyle bir toplumda "çalışmama hakkı" da vardır. Evet, sermaye sahiplerine iş yapmadıkları ve buna rağmen emeklerimiz üzerinden geçindikleri için kızıyoruz, fakat bence asıl sinirlendiğimiz şey onların çalışmaması değil, bizim elimizden alınan bu çalışmama hakkıdır. "Bir yerden miras kalmamışsa, çalışmayan ölür" mantığıyla işleyen sistemdir.

Evet, avcı-toplayıcı tarzı bağımsız yaşam size gelişmiş teknolojiler, karmaşık şehirleşmeler sunmayabilir fakat hayatınızı da makinelere, mesleğinize, dosyalara endekslemez, kimliğiniz prototip meslek elemanı olmaktan çıkıp, özgünleşmeye biraz daha yaklaşır. İnsanın otuzbin yıllık doğadan (ve insan doğadan farksız olduğuna göre kendisinden) yabancılaşma serüveni, bizleri gerçekten daha mutlu hale getirdi mi sizce?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder