7 Ocak 2012 Cumartesi

Ben Kürd'üm

Yılın kendinden haberi yokken onu kutlayan bir dünyanın üyelerine selamlar. Aslında yazacak çok şey var, ben de uzun süredir yazamadığım için her telden çalan bir köşe yazısı kıvamında olacaktı bu yazım. Uzun saatler çalışmak ve işten çok daha önemli gördüğüm bir projenin yazarı konumunda olarak hamallık yapmaktan bloga vakit ayıramıyorum diye bir bahane gibi görünen mazeretle yazıya gireyim.

Bu başlığı blogun genel savunduklarıyla çelişkili görenler olacaktır. Daha birkaç yazı öncesi, "Kürtler Kürt kimliklerinden çok daha fazlası olduklarının farkına varmalı" yazmıştım.

Kimliklerden tamamen kurtulmayı savunan bir kişi çıkıp "Ben Kürd'üm" diye başlık atıyor. Bu da onu Türk olduğu halde Kürt milliyetçiliği yapanların güruhuna (Varsa böyle bir şey) dahil etmez mi? Bu söylem Kürt milliyetçilerine destek anlamına gelmez mi? Popülizm değil mi bu?

Malum, kısa süre önce Uludere katliamı yaşandı. İstanbul'da yaşayan bizler bunu televizyondan değil, internetten öğrendik. Olaydan oniki saat geçmesine rağmen, çevremize söylediğimizde kimse bilmiyordu. Ben o gün Taksim'deydim ve tanımadığım insanların nedenini bilmediğim bir şekilde beni "soru, dilek ve şikayet" kutusu olarak görmesi durumunu bir kez daha yaşadım, grup grup genç kızlar, meydandan geçen insanlar bana "bu protestonun nedeni ne?" diye sordular. Oradan ayrıldığımda meydandaki genç-yaşlı, milletvekili-sıradan halk, yani çeşit çeşit insandan oluşan grup, şiddet içermeyen söylemlerle protesto yapıyorlardı. Sonrasında katliamdan hiç bahsetmeyen televizyonlardan öğrendik ki, Taksim savaş alanına dönmüş.

Katliamın ardından, TSK çıkıp gayet cool bir tavırla "Saldırı olacağına dair istihbarat aldık, araştırıyoruz" gibisinden bir açıklama yaptı. Olayı haber yapma teveccühünü gösteren kanallar da "Vurulanlar terörist çıkmadı" gibisinden mide bulandırıcı başlıklarla haber girdiler. Yani biz vuralım, ne çıkarsa bahtımıza!

Beni asıl hayalkırıklığına uğratan ise çevremden gelen ve 50 yıl sonra tüm bu halkın utanacağı yorumlardı. "Orası bahçe sınırı değil, devlet sınırı!", "O saatte orada olduklarına göre kesin PKK'lılardı!" gibi. İnsanlar adeta Van depreminde ırkçılıklarını ortaya dökmemek için içinde tuttuklarını tamamen kusuyorlardı.

Öncelikle bu olayı katliam olarak görmeyen, ne yazık ki arkadaşım olan insanlara anlatmaya çalıştığım şey genel dünya görüşüm olmak zorundaydı. Devlet sınırlarını kutsal görüyoruz. "O sınır beş metre geriden geçse atalarımız şu kadar şehit verirdi, şimdi bu kadar verdik" gibisinden ucuz edebiyat yapıyoruz. Halbuki, sanıldığının aksine, devlet sınırlarının bahçe sınırlarından farkı yok. İkisinde de bir toprak parçasının kağıt parçalarıyla zimmetlenip kanunlarla korunma olayı var.

Benim ekonomi anlayışım laissez faire prensibi üzerine kuruludur. Bununla kapitalist düzeni savunduğum anlaşılmasın, kapitalizm zaten devletsiz ayakta duramaz. Ben sosyal devleti savunan sosyal demokrat da değilim, proleterya diktatörlüğünü savunan ve devletin sol değerler üzerinden inşa edilmesini savunan komünist de değilim. Bana göre ekonomik planlamaları sadece ve sadece özerk yöre halkları belirleyebilir. Sosyal devlete inanmadığım için vergi sistemine de inanmıyorum. Her şeyin parayla döndüğüne inandırıldığımız çarpık sistemde yaşıyoruz, sağlık sistemi de, emeklilik dediğimiz şey de maaşlarımızdan, en temel ihtiyaçlarımızdan kesilen vergilerle dönüyor. Bu vergilerle asıl zengin olanlar ise bu sirkülasyonu yaratıp bizi yönetenler. Halbuki sağlık malzemelerinin ham maddelerinden doktoruna kadar her şeyi sen, ben yapıyoruz. Adam gibi maaşlar kazanıp emeklilik yaşına geldiğimizde zaten yeterince mutlu olabilecekken, sosyal güvence adıyla, KDV adıyla insan gibi yaşama hakkımız elimizden alınıyor. Hele ekonomisinin yarısı kayıt dışı olan bir ülkede bu tam da bir insanlık sorunu haline geliyor.

Uludere katliamının olduğu gün kaçakçılığı savunan pek az kişi vardı. Herkes "kaçakçılığın suçu ölüm mü?" sorusunu soruyordu. Haklı bir sorudur fakat ben kaçakçılığın suç olmadığını savunan azınlık içerisindeydim. Bir sosyalist çıkıp kaçak olduğu için ucuza gelen IPhone alıyorsa, sigara fiyatları ortadayken halkın yarısı kaçak sigara kullanıyorsa, benim okuduğum kitapların, izlediğim filmlerin ve dinlediğim müziklerin isimlerinin neredeyse hepsi internetten yasadışı yolla indirdiğim materyallerse, ucuz olacağı için kaçak bir motor arıyorsam çıkıp da kaçakçılığı kötüleyemem. Aksine bu davranışımız, sırtımızdaki vergi yükü olmasa insanca yaşayacağımız tezimi destekler. Kaldı ki, bahsettiğim sigara, motor, kitap, IPhone gibi ürünler hep "lüks". Ben lüksüm için kaçakçılık yapıyor ve hayatta kalıyorsam, bununla geçimini sağlayan insanların suçlu olduklarını ve "ölümü tabi haketmediler ama mallarına el konulup hapse atılmalıydılar" gibi bir fikri kesinlikle savunamam.

Ayrıca, bu insanlar "vergi" diye bir şey varsa, PKK'ya da, karakollara da bunu ödüyorlar. Ey milliyetçi güruh, kaç PKK-karakol çatışmasının, bölgedeki kaçakçılık yollarına hakim olma nedeniyle çıktığının farkında mısınız? Oradaki komutanların kaçakçılıktan elde ettiği gelirlerle, haraçlarla timler kurduğunun farkında mısınız? Hala Türkeş'in "bölgede gerillalarla savaşacak özel timlere ihtiyacı olduğunu" savunduğu videoları paylaşan beyinsiz MHP'lilere sesleniyorum; bunlar zaten yapıldı ve devlet eliyle sizin adamlarınız yüzlerce cinayet işledi ve bunlar faili meçhul olarak kapatıldı. Eğer ki kaçakçıların, PKK'lıların, onlarla ideolojik bağı olan insanların öldürülmesi gerektiğini düşünüyorsanız, Uludere'deki katledilen çocukların 100 mislini katletmeniz, soykırım yapmanız gerekir. Bunu savunuyorsanız, yolunuz açık olsun. Bunu savunmuyorsanız, katledilen 35 kişinin faillerini de sırf körü körüne bağlı olduğunuz ve size yarardan çok zararı olduğunu farketmediğiniz devletinizi aklamanız da çelişkidir.

Tüm bunlardan bahsederken sessiz kalan arkadaşlarım, ertesi gün vuracak bir yer bulmuşlardı. Cesetlerin tabutları Kürt bayrağı ile sarılmıştı! Bana pişkin pişkin, "Ee kardeşim, ne düşünüyorsun bu masum köylülerin cenaze törenleri hakkında?" diye sordular. İşin ironik tarafı şu, ben sizin cesedinize istediğimi yaparım, nekrofilsem ilişkiye girebilirim örneğin. Bu sizin ölüm nedeninizi aklar mı? Tabuta sarılan şeyin rengiyle içindeki insanın masum veya suçlu olduğunu ölçüp biçmeye kalkan bir insana kuş beyinli demek kuşlara hakaret olur mu? Kusura bakmayın, sizi tabutun içindekinin 12 yaşında bir çocuk olduğu, o çocuğun ablasının göz yaşları değil de tabutun etrafındaki bezin rengi rahatsız ediyorsa, kusura bakacaksanız da bakın, beyin ve vicdan amcıklaması yaşıyorsunuz demektir.

Diğer bir durum da şu; 19'u çocuk 35 kişi gündüz gözüyle karakolla konuşup sınırı geçiyorlar. Oranın görevlileri olanlardan haberdar. Bu insanların köylerinden iki kilometre ötedeki giriş yolları dönüşte kapatılıyor, oradaki tüm devlet memurlarının göz mesafesinde oluyor her şey, insanlar saatlerce orada tutuluyor, çocuklar evlerini cep telefonlarıyla arayıp geç kalacaklarını söylüyorlar, Hantepe baskınını canlı canlı izleyen ordu tarafından gece de bombalanıyorlar. Bunun üzerine hükümet ve TSK sanki kuş ölmüş gibi gayet cool bir açıklama yapıyor. Bölgeye devlet yetkilisi kimse gitmiyor. Köylüler cesetleri kendi uğraşılarıyla arayıp, bulup, kazıyarak çıkartıyorlar. Hayvanların üzerinde taşıyıp getiriyorlar. Cenaze töreninde devletten kimse yok. El insaf, bu cesetlerin bir de Türk bayrağına mı sarılmalarını bekliyorsunuz?

Gelelim başlığımın yazısının asıl nedenine. Bu olayda benim asıl sinirimi bozan, "Tabi ölenler insanlar ve yapılan büyük bir ayıp. Ama olayın istihbarat hatası mı, operasyon hatası mı olduğu açıklanmadan sükunetimizi korumalıyız. Olaya hemen katliam demek insafsızlıktır, bu tavır bunu kullanan Kürt milliyetçilerinin işine gelir." diyen, ne şiş yansın ne kebap havasındaki cibiliyetsiz köşe yazarları. İşte bu zihniyetten ayrılmak istiyorum. Evet, bu olayda tarafım. Tarafsız, sessiz kalanların farkında olmadan Türk faşizmine hizmet ettiğini düşünüyorum.

Zaten yazımın hitap ettiği kesim de bu farkında olmayanlar. Yıllarca Kürt çocuklarına Andımız denen ırkçılaştırma metni tekrar edildi. Onların Türk'üm derken ne hissettiklerini bilemedik. "Ben Kürd'üm" diye hitap ettiğim kesim Andımız diye bir şeyin varlığına rahatsız olan, Dink öldürüldüğünde "hepimiz Ermeni'yiz" sözünü doğru bulan ama 19 çocuğun katlinde "Ben de Kürd'üm" diye haykıran Türkleri garipseyen bilinçsiz milliyetçiler. "Ben Kürd'üm", çünkü bu ülkede sırf Kürt olduğu için öldüren insanların yakınlarını başka şekilde anlayamam. 12 yaşındaki kardeşinin toprağını öpüp gözyaşı döken kızın yerine kendimi başka şekilde koyamam. Sözüm "ölümün ırkı olmaz, ben Kürt'üm demeyip hepimiz insanız desen daha iyi olurdu" diyenlere, o insanlar katledilmeseydi zaten Kürt olduklarından burada bahsediyor olmazdık, bunu idrak edebiliyor musunuz?

Sözüm homofobiklere, cinsiyetçilere. "Bugün Kürtler öldürüldü diye Kürt olduğunu söylüyorsun, yarın bir ibne öldürülse ibneyim, genelevde çalışan bir kadının çocuğu ölse orospu çocuğuyum mu diyeceksin?" diyenlere. Evet, aynı zamanda ibneyim, bir "ibne" sırf gelenekleri yüzünden evlendiriliyor, karısıyla her gece yattığında kendinden tiksinmek zorunda kalıyor diye ibneyim. Genelevleri de kadına şiddetin sembolü olarak görmüşümdür hep. Kadınların satılan, hizmet eden, "sikilen" oldukları, cinselliğini özgürce yaşayanların dışlandığı bir toplumda kendime orospu demeye devam edeceğim. Bunu anlamak için beyin gerekir.

Peki buraya "Ben Kürd'üm" yazmakla ne kadar o kimliğe bürünebilirim? Yani bu bir şey ifade edebilir mi? Kimsenin kimse adına konuşamayacağını savunan ben, nasıl oluyor da başkasının kimliği adına konuşabiliyor? Tabi ki buraya bir kelime yazmak, bir protestoya katılmak hiçbir şey değiştirmiyor. Fakat bu empati benim uykumdan bir saatimi çalıyorsa yalnız bırakılmış ve bu acıları bizzat yaşayan Kürt arkadaşlarım bunun samimiyetini biliyor, bu da bana yeter. "Hepimiz Ermeni'yiz"ciler kadar kalabalık bir grup çıkartamadık, bu yazıyı "Hepimiz Kürd'üz" yazmama izin verecek çoğunluğa erişemedik, yüzden kendilerinden de özür diliyorum.

İyi şeyler de oldu. Yılmaz Özdil'in Sayın kaçakçı isimli, yine nefret dolu, cinsiyetçi, Kim Kimi Düzmüş yazımda bahsettiğim gibi cinsiyetçi bir dille yazılmış, garip bir yazısı yayınlandı, kaç kişiye bu oldu bilmiyorum ama o iğrenç yazıyı okurken burnuma irin kokuları geldi. Twitter kullanmamama rağmen bu yazıyı paylaşanların mesajlarına baktım, genelde yazıyı kınayanların olması, kınamadan yayınlayanların da "Yine Özdil döktürmüş" diyen, okuduğunu anlamayan dangalaklardan ibaret olduklarını görmem hoştu. Bu arada işinden ayrıldıktan sonra kanal kanal dolaşıp Özdil reklamı yapan Uğur Dündar da saygımı yitirmiş bulunmakta. Hani kimi eli yüzü düzgün tipler vardır, örneğin Yaşar Nuri Öztürk, fikirleriyle dinde devrim yapacağını sanırsınız, sonra çıkar "ben hanefiyim ama bazen şafiler gibi elini tuttuğumda abdest alma gereği duyduğum kadınlar oluyor" der ve gözünüzdeki tüm değeri düşer. Hayat siyah beyaz olsa da benim bazı kalın çizgilerim var ve bu çizgileri geçemiyorum. İstediği kadar dürüst tanınsın, kaleminden kan damlayan bir yazarı savunan gazeteciye saygım kalmaz.

Güzel şeyler oldu demiştim. Örneğin Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri katliamın canlandırmasını yaptılar ve bir an için de olsa oradan geçen her öğrencinin katliam hakkında kafa yormasına yardımcı oldular. Gerçi bu da üniversite yönetimi tarafından destek görmeden yapıldı. Anlayacağın doğulu arkadaşım, sana gösterilen ırkçılık bu şehrin insanlarına bırakılan son çare.

Son olarak, bana "Kürt öldürüldü diye Kürt olduğunu söylüyorsun, ya ölen sivil Türkler ve askerler?" diyecek olan kişilere sözüm. Ben o insanlara samimi olarak üzüldüğüm ve samimi olarak bu kanın durmasını istediğim için senden bir farkım var, senin gibi "PKK'yı Kürtlerden ayırıp haritadan silelim, daha çok asker yollayıp sikelim!" deyip olaya bilgisayar oyunu gibi bakmıyor ve tarafların oturup anlaşmalarını savunuyorum. Kabul etsen de etmesen de, PKK Kürt halkının destek verdiği bir örgüt. Ve kabul etsen de etmesen de PKK bir sonuç. Her iki tarafın da neden olduğu tüm bu sivil ölümleri bir sonuç. Sonuç varsa, nedenine bakacaksın. Sonuçları insanlık adına utanç verir, bizi rahatsız eder ama nedeni çok farklı yerlerde ararsan, sonuç aynen devam eder. O yüzden 30 senedir ardı arkası gelmeyen ölümler oluyor. Artık kim sivil, kim masum, kim değil, bunun ayrımının olmadığı bir konumdayız. Önemli olan ölenlerin CV'si değil, bölgenin kan gölüne döndüğü gerçeğidir. Ben İstanbul'lu bir vatandaş olarak, kendi halkını bombalayan, istediğini hapse atan, medyayı istediği gibi yönlendiren bu devletten korkuyorum. Onu en güçlü, kararlı ve örgütlü olarak sorgulayan halkın yanında olduğunu söylüyor olmam, sizce garip mi?

Not: Yorumlarınızın silindiğinden dolayı herkesten özür diliyorum. Her giriş yaptığımda önüme çıkan onlarca yorum ve yorumları filtrelemediğimden dolayı yeni yorum uyarısı almadığım için yeni yorumları farkedememem nedeniyle yorum listesini temizlemek istemiştim, öyle olunca yorumlar da gidiyormuş meğer. Değerli yorumlar ve onlara verdiğim uzun cevapların silinmiş olmasından dolayı bir burukluk yaşadığımı belirteyim. Yorumları filtrelememeye devam edeceğim, istediğinizi yazabilirsiniz. Herkese daha güzel günler diliyorum.

1 yorum: