"Gelişme, bilim ve ilerleme çağıyla böbürlenip duruyoruz. Öyleyse, hala putlara tapmamız garip değil mi? Doğru, putlarımızın şekli ve maddesi farklı, fakat insan beyni üzerindeki gücü bakımından, eski insanların putları kadar korkunçlar.
Modern putumuz evrensel seçme hakkı. Bu hedefe henüz elde ulaşamayanlar, onu elde etmek için kanlı devrimlere girişiyorlar, onun saltanatın tadını çıkaranlar ise, bu herşeye gücü yeten ilahın sunağına ağır kurbanlar sunuyorlar. Bu tanrıyı sorgulayan kafire eyvahlar olsun!"
Emma Goldman, 100 yıl önceki "Kadınların Oy Hakkı" adlı makalesinde bu cümleleri yazdığından beri dünya, tarihin en kanlı savaşlarını, devrimlerini, nükleer silahların kullanımını, demokratikleşme adına sayısız reformu, kurumları gördü, fakat seçimlere bakış konusunda dünya genelinde değişen pek bir şey olmadı. Aç kalmaya, sokak sokak dolaşıp iş aramaya ne kadar özgürseniz, oy verme özgürlüğünüz de öylesine geniş. Yani, en alt tabakadan mısınız? Sorun yok. Seçim günü eşitsiniz! Memnun değilseniz, gidin ve yönetiminizi değiştirin. İşte demokrasi, herşeyi kolay kılıyor!
Cumhuriyet Açmazı
Nedir cumhuriyet? Anaokuldan lise sona, alakasız bir bölüm de okusanız üniversite bire kadar, hele bir de tarih falan okuyorsanız ömrünüzün sonuna kadar beyninize işlenir: "Cumhuriyet, halkın kendi kendini yönetmesidir." Yani ben, kendimi yönetiyorum, başbakan benim kimliğime bürünmüş, milletvekilleri eşittir "ben" demek. Halk, kendi kendini yönetiyor! Yani vekiller, yasama organı, yasaların bile üstünde, ama onlar demek "ben" demek, yani aslında yasaların üstünde olan benim. Böyle mükemmel bir sistemi kuranlara selamlar olsun!
Şaka bir yana, cumhuriyetin gerçek tanımı, seçilmiş bir zümrenin, yasalarla belirlenen süreler içerisinde iktidarda olması demektir. Bu yasaları belirleyen de yine seçilmiş bir zümredir. Cumhurbaşkanının ölene kadar bu yetkisini koruduğu bir sistem cumhuriyet olarak nitelendirilebilir mi? Nitelendirilebilir, buna örnek de ilk cumhurbaşkanımızdır (İkincisi de, yani "milli şef" eğer sistem değiştirilmek zorunda kalınmasa, aynı yetkilere sahipti). Bugün İran bir cumhuriyet midir? Cumhuriyettir.
Cumhuriyetin, iktidarın saltanatla değiştiği monarşiden farkı, devlet başkanının, makamını, doğuştan gelen, miras yollu seçilmişlikle değil, sonradan, seçim sistemiyle gelen seçilmişlikle elde etmesidir. Aristokrat aileden gelişiniz nedeniyle değil, iyi propaganda yapma imkanı bulmanız nedeniyle iktidara gelirsiniz ve anayasal monarşiden farksız, yasalar üstü konuma ulaşırsınız. Bu bakımdan cumhuriyetin, monarşi kadar ilkel, baskıcı bir rejim olduğunu savunduğumda, tepki alıyorum. Çünkü, kafalardaki tanrıyı, yani "seçim hakkı" fikrini ve bu hakkı onlara bağışlamış peygamberlerini, yani ulu önderi sorgulamış oluyorum.
Öncelikle, seçim hakkı bir hak mıdır? İnsanlar, cehalet ve yüzeysellikten ötürü, bir cezalandırma şeklini bir hak olarak görebiliyor. Belli bir zümrenin yasama hakkını ele geçirip, diğer bir zümreye, kendi oluşturduğu yasalara uymayı dayatması, cezaların en büyüğü değil midir? İşte övündüğümüz seçim hakkı budur. "Oyum sana, çık ve beni yönet, uymam gereken yasalar koy, ait olduğum sürüyü güt" demektir.
"Temsili Demokrasi" Çelişkisi
Pekçok ülkede cumhuriyetçiler ve demokratlar karşı karşıya gelirken, bizim ülkemizde cumhuriyetin, demokrasi ile eş anlamlıymış gibi kullanılması gariptir. Yukarıda söylediğim gibi, cumhuriyet, belli bir zümreye, belli bir süreliğine, iktidarın teslim edildiği yönetim şeklidir. Demokrasi ise, bir bölgede halkının tüm bireylerinin, kendilerini ilgilendiren bir karar alınacağı zaman, eşit şekilde bu karar alımına iştirak etmeleridir. Yani herkes kendi temsilcisidir, akşama ne pişireceğinizi düşünüp markete, manava gitmeniz gibi, yaşadığınız bölgeyi etkileyecek kararlara da iştirak etmenizdir. Cumhuriyet ve demokrasi arasındaki uçurumu umarım anlatabilmişimdir. Demokrasi her ne kadar, çok büyük sorunları olan bir sistem olsa da, cumhuriyete kıyasla çok daha insancıldır.
İşte ezen sınıf, demokrasiyi hala ayakta tuttuğunu iddia ederek, benim yukarıda bahsettiğim doğrudan demokrasinin aksine, "temsili demokrasi" saçmalığını savunur. Yani, "oyunu bana ver, ben seni temsil edeyim, işlerini kolaylaştırayım." Cumhuriyetle, parlamenter sistemle yanyana gelebilecek demokrasi çeşidi de bu temsili demokrasi saçmalığıdır. "Ben, beni kimsenin temsil etmesini istemiyorum" deyip sivil itaatsizliğe giriştiğinizde, sizden oyunuzu isteyen bu temsilciler, ne kadar demokrat olduklarını, ülkede ne kadar demokrasi olduğunu, üzerinize askerini, polisini yollayarak kanıtlarlar. Ve bu ezen sınıf, başkaldırıcıları, medyasını kullanarak, terörist, eşkiya, bir avuç çılgın olarak lanse eder. Temsili demokrasinin monarşiden de kötü olan yönü, tüm baskılara rağmen, ülkede özgürlük olduğu yanılsamasıdır. Beğenmiyorsan, temsilcini değiştirme hakkın var, daha ne olsun! Temsili demokrasi, bu düşünceyle eğitilmiş halkı uyutmaya birebirdir.
Kaldı ki, ülkemizde bu kan emici temsili demokrasi bile yok. %10'luk bir barajın olduğu bir ortamda, ne temsilinden, ne seçiminden bahsediyoruz? %11 oyda kalan parti bile, diğer partilerin baraj altında kalmasıyla, koltukların %100'üne sahip olur. Muhteşem temsiliyet! Geçenlerde başbakan, bu sistemin ve dolayısıyla kendisinin anlayışını, BDP'li adayları eleştirirken özetliyordu: "Barajı kaldırın diyorsunuz. Öyle diyeceğinize etnik söylemleri bırakın, bizim gibi kapsayıcı olun, siz de barajı aşın!"
Ne kadar hoş değil mi? Meclise girmek istiyorsanız, kapsayıcı olacaksınız, başka bir deyişle, siz de diğer partiler gibi, popülizm yapacaksınız, insanların duymak istediklerini söyleyeceksiniz. Bu nasıl bir saçmalıktır? Benim amacım, meclise girip eşcinsellerin haklarını savunmaksa, yeşilci parti kurmak istiyorsam, vejateryenlerin, veya hayvanseverlerin meclisteki sesi olmak istiyorsam, benim gibi düşünmeyenlerden bana ne? Savunduğum şey, toplumun sadece %3'ü tarafından destekleniyorsa bile, %70 oyla iktidara gelen partinin savunduklarından daha geçersiz olamaz. Aksi takdirde o ülkede, çoğunluğun azınlığa tahakkümü vardır. Bu da çoğulcu demokrasi falan değil, çoğulcu despotizmdir, toplum baskısıdır.
Ekonomik Eşitsizlikte Politik Eşitlik Mümkün mü?
Liberallik! Kulağa ne hoş geliyor. Serbest piyasada hepimiz serbestiz, tıpkı sandıkta özgür olduğumuz gibi. Herkesin bir ucube gibi korktuğu şey; Politik eşitliğinin elinden alınması. Hukuk devletinde, herkes kanunlar önünde eşit, yani artık tek bir adamın (Kral) önünde değil de, devletin önünde eşitiz gibi bir inanış var. Bu eşitliğimizin elimizden alınmasından korkuyoruz.
Lakin, dünyayı ve ülkeyi yönetenler, şirketler. Yükseldiğiyle övünülen milli gelirin yarısı, çok küçük bir sınıfın tekelinde. Ülkenin asıl yöneticileri bu sınıf. İşçilerin ücretlerini, şartlarını belirleyen, yasaların kendi leyhlerine işlemesini sağlayan, işçilerin ürettiklerinde hiçbir emekleri olmamasına rağmen onları sahiplenen ve bundan kâr eden, iktidarların dayandığı sınıf bu sınıf. Bu sınıfın çocukları da, miras kanunuyla, ezilen sınıfın fakir çocuklarını yönetmeye devam edecek. Yani gözle görülmeyen bir ekonomik diktatörlük, bir saltanat, aristokrasi mevcut. Ve ben miras kavramının yürürlükten kalkmasını söylediğimde, en fazla dandik bir evden başka bir şeyi olmayan cahil ezilen zümre, buna karşı çıkıyor. Milyonlarcasınız, miras kanunları bir avuç burjuvanın mülkünü korumak için düzenlenmiş kanunlar ve siz bu kanunları destekliyorsunuz. Ne garip değil mi? Aynı şekilde bu insanlar, gelirinin kırkta birini fakirlere dağıtarak, devlete vergi vererek, fakirlik adına üzerlerine düşeni yaptıklarını sanıyorlar. Halbuki onlara "fakirlik/zenginlik kavramını kaldıralım" dediğinizde suratları ekşiyor, "fakirlik de Allah'ın bir lütfudur, kaldırılamaz" diyorlar. Halbuki fakir olan kendileri ve bunun bir lütuf olmadığının bilincindeler. Bu anlayış da bir zümrenin, diğerine olan hükmünü güçlendiriyor.
İstediğiniz kadar iktidar değiştirin, yeni gelen parti/zümre, bu iş adamlarının, ezen sınıfın sözünden çıkmayacak, aksine o sınıfa otomatik olarak dahil olacak, onlarla işbirliği olacaklar. "İşsize iş" vaadi diğer bir deyişle, işverenlerin, şirket sahiplerinin, kısacası gerçek yöneticilerin ordusuna, bir ücretli köle daha eklemek demektir. Dikkat ederseniz hiçbir partinin, sosyalist diktatörlük (Ki bu da devlet kapitalizmidir) dışında, kapitalist sisteme karşı bir itirazı, buna alternatif bir ekonomi politikası yok. Sadakaları artırmak, ücretli köleler ordusuna bir yenisini eklemek vaatleri konusunda birbirleriyle yarışıyorlar ve halk da bunu kanıksamış durumda.
Fakat, ekonomik eşitlik olmadan, politik eşitlik gerçekten mümkün mü, veya bunun bir anlamı var mı? Bunun ezilen sınıf açısından bir anlamı olmadığı halde, açlıktan ölen iki vatandaş, "politik eşitlik"lerini birbirlerine kanıtlamak için, laiklik-islam, millet-mezhep gibi konular üzerinden birbirlerini yiyorlar, farklı partilere meylediyorlar. Halbuki hepsi bir ve bu bölünme, sadece ezen sınıfın işine geliyor. Asıl sorun olan ekonomik eşitsizliğin üstü böyleylikle örtülmüş oluyor. Yani, ekonomik eşitsizlik içerisindeki sözde politik eşitlik, ezilen sınıfın ezen sınıf ile kendisini kanunlar önünde eşit sanması, sadece ezenlerin işine geliyor. Hangi parti safında olursanız olun, sadece onlara yardım etmiş oluyorsunuz.
Eleştirilere Cevap
Yukarıda dilim döndüğünce yazdım ki, ben temsil sistemine karşıyım. Bir diktatörü devirdiğinizde, yerine başkasını getiriyorsanız, hiçbir şey devirmemişsiniz demektir. Fakat oy verme hakkınızı kullanmayacağınızı söylediğinizde, vay halinize. Bir anda "umarsız", "yandaş", "küçük burjuva", "apolitik" ilan ediliyorsunuz. Verilmeyen her oy, AKP'ye gidiyormuş. Vah vah! Peki oyumu atsam kime atmalıyım? CHP'ye mi? Bugün ülkenin en büyük sorunlarının çıban başı CHP değil mi? MHP'ye mi? Milliyetçiliği ilkel bir halet-i ruhiye olarak nitelendiren biri olarak bu, yapacağım son iş olur. Militarist, Kemalist TKP'ye mi? Kalsın. Zavallı bir avuç ergenekoncu, Cumhuriyet Güç Birliği denen kaçık bağımsızlara mı? Kime? Emek ve Demokrasi Bloğu'na oy verecekler, en anladığım seçmen grubunu oluşturuyor. Fakat bu bağımsız adaylarının da sisteme entegre olacağı konusunda çekincelerim var çünkü parlamento tarihi bunu gösteriyor.
Herşeyin başında, seçim ile hiçbir şey değişmeyeceği gerçeğini ortaya koymamız gerekli. Tarih boyunca, hiçbir düzen, hiçbir rejim, seçimle değişmedi. Aksine, en faşist yönetimler, Hitler dahi, seçimle başa geldi. Faşizmin iktidara gelmesi ya askeri darbeyle, ya seçimle olur - Bizde her ikisi de olmuştur. Bir partiden daha çok özgürlük beklemek ise, senelerce dans eğitimi alarak bir enstrüman çalmayı öğreneceğinize inanmanız gibi bir şey. Halka özgürlük vermek demek, yönetenlerin, kendi sahalarını daraltması demektir. Herkesi tektipleştiren, tek meclisten oturup insanların çocuğunun eğitim almasını istediği dile karışan, işverenlerin sözünden çıkamayan sistem partilerinden umudunuz nedir? Yalanlarla dolu, o koltuğa oturmak için her yolu deneyen, gürültü kirliliği yaratan, hazineden alabildiğine çalan, afişler için ağaçları, doğayı mahvetmekten, çevreyi kirletmekten çekinmeyen partilerden gerçekten beklentiniz var mı? Anayasanın değiştirilmesinde hemfikir partilerin ellerinde bir taslak olması, seçmenlerine bu taslakları sunmaları gerekirken, bize oy verin, 367 milletvekili çıkartıp anayasayı hazırlayalım diyen partilerden demokratik bir anayasa gerçekten bekliyor musunuz?
Oy vermemek için ve sistemin çarpıklığını göstermek için sayısız neden sayabilirim. Fakat oy vermemenin bugünkü şartlarda bir "pasiflik" olduğu eleştirisi gelebilir. Fakat, asıl pasiflik, gidişattan memnun olmayıp da, seçimleri beklemek, "yasal" yollarla yeni bir diktatör başa getirmeye çalışıp ondan medet ummaktır. İnsanların devleti "baba" gibi görmeyi kestiği, partilerden medet ummayı bırakıp oy vermediği ve kendi sivil kuruluşlarını, örgütlerini, kendi özerk sistemlerini kurdukları gün, gerçek özgürlük var olacaktır. Çünkü insanlar, kendi birimlerini, kendi sistemlerini sadece kendileri oluşturabilir, özgürlük tepeden inme iktidarlar tarafından halka bağışlanmaz, halk, birey, özgürlüğünü kendisi kazanır. Oy vermek, daha doğrusu, tanımadığım, parti başkanlarının atadıkları vekilleri onaylamak, "o mu çobanım olsun yoksa bu mu" diye bir seçim yapmak bana göre baskıcı, merkezi parlamentoyu meşru gördüğümü onaylamaktır. O yüzden ister AKP'li olun, ister CHP'li, ister MHP'li, bana göre hepiniz dans etme kursuna gidiyorsunuz fakat aslında birinizin amacı ney, diğerinizin amacı piyano, ötekinizin amacı borazan çalmak. Dost acı söyler; Bunların hiçbirini çalmayı, dansınızı geliştirerek öğrenemezsiniz. Bu yüzden benim seçim günü üzerinde düşüneceğim tek konu, fantezilerime hangi kadınları sokacağımdır. Bunun benim için seçim oyununa katılmaktan daha zevkli olduğundan eminim.
Emma Goldman'la başladım, yazımı bu muhteşem kadının bir sözüyle bitireyim: "Eğer oy vermek bir şeyleri değiştirseydi, yasaklanırdı."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder