9 Mart 2011 Çarşamba

Dünya Kadınlar Günü ve Kadınları Özeleştiriye Çağrı

Aslında sosyalist kökenli ve 20. yüzyıldaki çalışma şartlarının sonucu kabul edilmiş, kapitalist Batı'nın çok sonralar kabul ettiği 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde, medyaya göre ülkede neler olmuş diye beş dakika bir göz attım televizyona. Başbakan "dinimizde ve kültürümüzde kadına şiddet yoktur" diyerek biraz fazla iyimser laflar etmiş, Kılıçdaroğlu "bizim iktidarımızda dayak, tarihe karışacak" diyerek kara mizah içeren uçuk vaatlere bir yenisini eklemiş, kimi kadın da erkekler ne yaparsa, biz de yaparız yazılı pankartlar açmış.

Ben bugün hiç de kadına şiddeti lanetlemeyi, cinsiyet ayrımcılığının tarihe karışmasının gerekliliğinden bahsetmeyi falan düşünmüyorum. Aksine, kadınların bu utanç verici durumdaki payı ve çözüm yolunda kadına düşenler hakkında fikirlerimi söylemek istiyorum.

Kadınlar, nüfusun yarısı. İş ve siyaset dünyasındaki kotalardan önce, doğa onlara bu kotayı koymuş. Bu, çok büyük bir güç. Yani kadınların birlik olmaları durumunda, erkeklere ihtiyaçları olmadan, bu düzeni yerle bir etmeleri gayet mümkün. Fakat bence asıl sorun, kadınların, bir şeylerin değişmesini gerçekten istememeleri veya sorunun analizini hatalı yapmaları.

En başta şunu söylemek şart: Erkekleri yetiştirenler kadınların kendileri. Hep erkek egemen toplumun zararlarından bahsederiz lakin kadınlar, yani anneler, çocuklarına o erkek egemen kültürü aşılayan insanlar. Erkek çocuklarını "aslanım, padişahım, askerim" diye yetiştiren anneler, kızlarını yürürken aşağıya bakan, sessiz, hep kendisiyle ilgili bir şeyleri "mahrem" kılıp saklaması gerektiğini bilen tipler olarak yetiştirmeyi yeğliyorlar. "Erkek" olmayı öven anne figürü, örneğin çocuğunun eşcinsel olduğunu öğrenince "tam erkek" olmadığını düşünüp evlatlıktan reddetme noktasına gelirken, oğlunun elinin başka bir erkek eli tutması fikrinden tiksinirken, çocuğunun asker olup, o elin silah tutmasıyla, "vatan uğrunda savaşma" fikriyle gurur duyabiliyor. Bu da dominant erkeklerin, itaatkar kadınların yetişmesinde önemli bir faktör. Bu durumu hiçbir iktidar düzeltemez. Burada şart olan kültürel değişimi mümkün kılmak için, iktidarda olmanıza gerek yoktur. Kadın hakları da hiçbir erk iktidarın kadınlara bahşedeceği bir şey değildir. Kadınlara, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunun birtakım haklar "hediye ettiğini" düşünenler, Kadınlar, Kazanımlarını Birilerine Borçlu mu? adlı azıma bir göz atabilirler. Yine kadınlar özgürleşmek istiyorlarsa, bunu sadece kendileri yapabilir. Kılıçdaroğlu'nun "iktidarımızda dayak tarihe karışacak" sözünün gülünçlüğü ortada.

İkincisi ise din konusu. Bugün dünya üzerindeki herhangi bir dini kitabı alın, açıp okuyun. Bir erkek tarafından yazıldığını anlarsınız. İncil'de kadınların dini toplantılarda susup itaat etmesi gerektiğini yazar, bizde de "Bir koca karısını yatağına çağırır da -karısı gelmezse- sabaha kadar ona melekler lanet eder", "Kulun kula secde etmesi caiz olsaydı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim" gibi hadisler, erkeklerin kadınlara göre bir derece üstün olduğunu belirten Bakara Suresi'nin 228. ayeti vardır. Nisa Suresi 34. ayette erkeklere, kadınlara vurma vizesi verilmiştir. Kadınlar, erkekleri boşama hakkını elde edebilmek için, önceden bir anlaşma yapmış olmalıdır. Yoksa büyük ölçüde boşanma hakkı sadece erkektedir. Hıristiyanlık'ta da İslam'da da, erkeklerin birden çok kadınla evlenilmesine izin vardır. Söylendiği gibi bunun "belli şartlar altında" caiz olduğu konusuna katılmıyorum. İslam öncesi dönemde de çok eşlilik vardı, Hıristiyanlık öncesi dönemde de ve bu dinler, çok eşliliği ortadan kaldırmadı, hepsi bu. Kölelik sistemini ortadan kaldırmadıkları gibi. Diyeceğim şu; Dini, kadına şiddete karşı argümanmış gibi gösteremezsiniz. Ortadoğu'da kadınların statüsü ortada. Hadisle birebir uyum içerisinde olan, kadınların sağlık problemi olmadığı takdirde kocalarını yatakta reddetmelerini yasaklayan Afganistan yasasına, dini kullanarak karşı çıkamazsınız. Bu utanç verici durumu, "dini gereği gibi uygulayamıyorlar" şeklinde izah edemezsiniz ve erkek egemen kültüre dinlerin nasıl hizmet ettiğini inkar ederseniz gülünç olursunuz. Yani başbakanın "kültürümüzde kadına şiddet yoktur, cennet anaların ayakları altındadır" jargonu havada kalmaktadır.

Kaldı ki, sorun sadece üç büyük din denilen İbrahimi dinlerde değil. Şiddet konusunda İbrahimi dinlerden daha ileride ve daha barışçıl olan uzakdoğu dinlerinde de durum farklı değil. Örneğin Bhutan'daki Budist kadınların katıldığı bir araştırmada, bölge kadınlarının %70'i, çocuklarını ihmal ederlerse, kocalarıyla tartışırlarsa, yemeği yakarlarsa ve kocalarını yatakta reddederlerse, dayağı hakettiklerini düşündüklerini söylediler. Bunu bizzat kadınlar söylüyor. Diyeceğim şu, kadınların inandığı, erkekler tarafından yazılmış kitaplar, kendilerinin özgürleşmelerinde en büyük engellerden biri. Kendilerini aşağılayan kültürlere, dinlere itaat ettikleri sürece, çocuklarını da bu kültürde yetiştirmeleri kaçınılmaz olacaktır.

Tabi temelde dinin olduğu fakat din dışı öğelerle de inşa edilmiş gelenek faktörünü de unutmamak gerekir. Ülkemizde ve dünyanın pekçok yerinde kadınlar ikinci, üçüncü kadın olmayı kabullenmek (Veya kabullenmeye zorlanmak) ile kalmıyor, boşanma hakları da ellerinden alınıyor. İlk olarak ekonomik özgürlükleri olmadığı için katlanıyorlar. İkincisi ise "dul" olmak iyi gözle bakılan bir şey olmayabiliyor. Evlilik öncesi birlikteliklerde kadın "kirletilen", erkek "kirleten" konumuna konuluyor ve kadınlar da bunu böyle görüyor. Tüm bu tabular ve geleneklerin ışığında, kadınların "dindar, gelenekçi" evlatlar yetiştirmelerinin kadınlara çok büyük zararları olduğunu düşünüyorum. Tabi itaatkar, eğitim seviyesi ve iş deneyimi düşük, kocasına bağlı bir ev kadını olmak size mutluluk veriyorsa, o sizin seçiminiz.

Bir diğer sorun da, kapitalist sistemin kadın vücudunu kullanması ve kadınların buna izin vermesi. Araba tanıtımlarında, afişlerde, defilelerde, filmlerde, heryerde kadın vücudu ön plana çıkarılıyor. Aslında buna modern fuhuş da diyebiliriz. Adını hatırlamadığım Amerika'lı bir kadın aktrist, biz modern fahişeleriz diyerek demek istediğimi özetliyordu. Bu konuyu açmam gerekecek; Şöyle ki, kadınlar "beğenilmesi gereken" konumuna getirilmiş durumdalar. Kime? Erkeklere. Şimdi şu argüman kullanılabilir; Herkes güzel görünmek ister. Doğrudur, buraya kadar sorun yok. Lakin milyar dolarların döndüğü kıyafet, estetik, kozmetik sektörü, kadınların beğenilen bir objeye indirgenilmesi yönünde evrilmiş halde. Kadınların, kendi aralarındaki güzel görünme yarışı da, erkeklerin beğeni kriterlerine göre inşa edilmiş sektörlerden faydalanarak mümkün olabiliyor. Yani aslında kadınların, erkeklere daha güzel görünmesini sağladığı umulan ürünlerle, kadınlar iktidar savaşına girebiliyorlar. Medyanın pompaladığı ideal bayan yüzü ve vücuduna kavuşmak bir anda hedefleri olabiliyor.

Bu noktada kadınların vücudunun estetik olduğu, o yüzden her tanıtımda, afişte kadın vücudunun kullanılmasının normal olduğu tezi hatalı. Çünkü kadınların doğuştan gelen estetikliği varken, erkek vücudunun ise hormon farklılıklarından dolayı, doğanın kendisine bahşettiği, vücudunu doğal yollarla daha estetik hale getirme yeteneği vardır. Yani vücuduna saygısı olan her erkek, vücudunu Yunan tanrılarından daha estetik haline getirebilir ki bu imkan kadınlarda çok daha kısıtlıdır. Son tahlilde, kendisine bakan bir erkeğin vücudu, bir kadın vücudu kadar estetik olur ki zaten bu iki vücut estetiklik bakımından birbirini tamamlar niteliktedir ve uyum içindedir (Sanat tarihi boyunca erkek estetikliği, kadın estetikliği kadar kullanılmıştır). Lakin günümüzde, kadın vücudu bir çeşit "tatlı", "zevk aracı" haline gelmiştir, aynı zevklere kadınların da sahip olduğu unutulmuş, erkek beğenen, kadın beğenilen olmuştur. Halbuki doğa gereği, kadın seçen, erkek seçilendir. Değişen düzenle de kadının zekası, entellektüel birikimi, dünya görüşü gibi pekçok faktör ikinci plana itilmekte, kadınlar, bir haftada saatlerini sadece "güzel görünmeye" çabalamaya ve dişiliklerini kullanmaya zorlanmaktadır (Bunun iş dünyasında bir avantaja döndüğü gerçeği de ayrı bir trajedidir). Bu da kadınlara suni mutluluk verirken, bunun erkek cinsel tahakkümünün bir türü olduğu gerçeğinin de üstü maskelenmektedir. Kadınları "beğenilen" konumuna sokmuş aynı kültür, taciz, tecavüz, kadın ticareti gibi cinsel şiddetin de sebebidir.

Son olarak eleştireceğim kesim de gelenekçi kadınların karşısında gibi görünen kadınlar, yani "Erkekler ne yaparsa biz de yapabiliriz"ciler. Aslında bu sözün altında dahi erkeklerin yaptıklarını yüceltme var. "Erkeklerin yaptığı" şeyler değil midir bu dünyayı mahveden? En tehlikeli çıkış yolu da, erkeklerle bir yarış haline girmek, onların yaptığı şeyleri taklit etmeye çalışmaktır bana göre. Bu sizin kadınlığınızı alacak, sizi erkek gibi düşünen ateşli bir siyasetçi, insafsız bir iş kadını, eli kanlı bir asker yapacaktır. Dünyanın özgürleşmiş, ayakları üstünde durabilen, vücudu yüzünden değil fikirleri ve becerileriyle değerlendirilen fakat kadınlığını tüm duygularıyla, zevkleriyle, inceliğiyle, düşünceleriyle korumuş kadınlara ihtiyacı var. Erkekleşmiş kadınlara değil. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan erkekler dünyayı bu hale sokmuşsa, bir bu kadar daha erkekleşmiş insanı hiç kaldırmaz bu gezegen. O yüzden siz siz olun, "kadın olun".

Not: Şunu da söylemeliyim, kadınların "masum, kırılgan" olduğu genel görüşü de canımıza okuyor. Kadın insandır, insan da şeytanidir. Hatta kadınlar, hep gizleyici şekilde yetiştirildiklerinden dolayı daha kolay entrika çevirebiliyorlar. Bunu da bir parantez açarak belirtmek istedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder