Aslında bu yazıyı dün yazmıştım. Lakin blogger ve bazı google uzantılı sitelerin güzelim mahkemelerimizce kapatılmış olmasından dolayı bloguma erişemiyordum. Ortaçağda kalmış yargıçlarımız tekrar kapatma ayıbını etmeden ben yazımı aşağıya yapıştırıyorum. Sağlıcakla.
"Bu bloga son uğradığım günden beri dünya çalkalanıyor. Türkiye, İmamın Orduları, Libya, NATO, ABD, Fransa, İbrahim Tatlıses, medyaya tabi ki yansımayan ve kimseye detayıyla yansıtma gereği duymadığım benim başıma gelenler. Peki ben ne yapıyorum? Bazı günler o mekan senin, bu mekan benim, bugün olduğu gibi bazı günler akşama kadar yataktan kalkmama isteği (Ki normalde bir mümin gibi imsaktan önce kalkma gibi bir alışkanlığım vardır). Yani hayatım tam da Bir Gün Tek Başına'daki Günsel'in dediği gibi, "küçük burjuva çelişkileri" ile dolu. Beynim uyuşurken, yazasım geldi. Ben de alafranga WC'ye koşar gibi PC'ye oturdum.
Yazacak çok konu var, hepsini özet geçmeyi düşünüyorum zira sersem gibiyim. Önce dış meselelerden bahsedelim, sonra içeri girelim. Amerika ve Fransa'nın Libya'ya girmesi konusu. Bu operasyondan zararlı çıkacak ülkeler, bu müdahaleyi yapanların kendileri olacak. Öncelikle İngiltere ve sonrasında Amerika'nın, 1900'lerin başından beri bölgede kontrolü elinde bulundurmak için acımasız diktatörleri desteklemesi taktiği artık işlemiyor. Ortadoğu halkının da, Amerika'nın piyon olarak kullandığı diktatörler desteklenemez duruma geldiğinde, bölgeye demokrasi ve insan hakları bahaneleriyle girmelerinin iç yüzünü kavrayacak kadar tarihi birikimi var. Dolayısıyla bu müdahaleler Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Hindistan'daki halkların diktatörlerine olduğu kadar, emperyalist güçlere de karşı tavırlarını şiddetlendirecek ve emperyalist ülkelerin bölge üzerindeki hakimiyet çabaları geri tepecek.
Bu tahmini fazla iyimser olduğum için yürütmüyorum. Ortadoğu'daki halk hareketleri ve alt yapısı yeni başlamış bir olay değil ve Amerika'nın izlediği politikalar özellikle son yıllarda, her seferinde kendisini yıpratmaktan başka bir işe yaramadı. Ayrıca, Libya'daki durum Mısır'dan farklıydı. Beğenelim ya da beğenmeyelim, Libya'daki muhalif hareket karşısında Kaddafi için açık bir destek de söz konusu. Yani iç savaş var ve iç savaşa müdahale etmek Amerika'nın bile diğer müttefikleriyle birleşse altından kalkamayacağı kadar komplike bir iştir.
Gelelim Türkiye'nin bu konudaki tutumuna. Başbakan "NATO'nun Libya'da ne işi var" derken, an itibarıyla NATO'nun emri altında başka bir ülkeye askeri müdahalede bulunabilecek bir konuma geldik. Bu noktada AKP'ye alternatif düşünülen meclisteki partilerin (Başta CHP) tezkereye onayı, Türkiye'de değişim isteyen ve bu değişimi bu muhalefetten bekleyen herkesin kararlarını bir kez daha gözden geçirmesi gereken bir olaydır. Fikrimce başta ana muhalefet, bu onayla, nasıl da emperyalist-kapitalist güçlerin sıkı bir müteffiki olduğunu kanıtlamış ve bir bakıma intihar etmiş oldu. Bu intiharla bence TBMM'den ve parlamenter sistemden herhangi bir beklenti veya umut kırıntıları da yok oldu (Ki o umut bende hiç olmamıştı).
Son olarak basılmamış kitabın imha edilmesi durumu. Aslında kanımca bu olayın yukarıdaki tutumla bağlantısı var. Çünkü bir polis devleti/diktatörlük yolunda ne kadar ilerlerseniz, emperyalist-kapitalist bloğun müteffikliği yolunda da o kadar ilerlersiniz. Türkiye tarihine bakın; Amerika uydusu olma durumunun zirveye çıktığı durumlarda, içerde de o kadar baskıcı bir devlet olmuştur. Ortadoğu'daki en büyük emperyalist işbirlikçiler, iç işlerinde o kadar baskıcıdırlar (Buna en açık örneklerden birisi Suudi Arabistan'dır). Amerika, onyıllardır yer yer ulusalcı, yer yer muhafazakar ama daimi kapitalist (Kimi zaman da sosyalizm adı altında devlet kapitalizmini en acımasızca uygulayan) diktatörlükleri desteklemiştir. Halklar ne zaman ayaklansa da, o diktatörlere demokrasi maskesi altında dirsek çevirmiştir. Halkların yanında durduğunu iddia eden emperyalist güçler aslında devrimleri bu yolla bitirmektedirler. Şu anda Libya'da yapılan budur. Amerikan uydusu yerel oligarşiler de halklarına karşı uyguladıkları zulümle devrimleri bitirebilir. Devrimleri ve muhalif halk hareketlerini önlemenin bu iki yolu her zaman paralel işler. O yüzden yazarlara uygulanan bu baskıyı, NATO tezkeresinin onayıyla son derece paralel görüyorum.
Bu da şu an baskı altındaki ulusal kesimi ideolojik olarak desteklediğim anlamına gelmiyor. Nitekim yerel oligarşilerin ve emperyalist güçlerin devrimi bitirmesi kadar, devrim adına devrime el koyan bürokrasiler de devrimi bitirir. İşte ulusal kesimin "devrim muhafızı" rolüne bürünmesini de (Türkiye'de vuku dahi bulmamış) devrime el koyan karşıdevrimci eylemlerden biri olarak görüyorum ve bunun da başımızdaki yarı ekonomik-yarı siyasi diktatörlükten daha iyi bir yol olduğu fikrine karşıyım. Zira yazarlara baskı yeni bir olay değil. Abdülhamit döneminden beri ülkede gazeteciler, yazarlar, düşünürler içeri atıldı, sansüre maruz kaldı, hatta öldürüldü. Atatürk döneminde de oldu bu, milli şef döneminde de, DP döneminde de, 27 Mayıs sonrasında da, 12 Mart'ta da, 70'lerde de, 80'lerde de, 90'lar ve 2000'lerde de. 2010'lara da aynen devam ediyoruz fakat bir farkla, AKP hükümeti ana medyaya da saldırdı.
Aslında bunun kamuoyunda oluşturduğu tepki açısından iyi bir gelişme olarak görüyorum çünkü hükümetin yazarına, gazetecisine yaptığı haksızlıklar topluma mal olmaya başladı ve böylelikle her kesimin bilinçlenip bu konu hakkında iktidarlara tümden başkaldırmasının önü açıldı. Chomsky'nin dediği gibi, en iğrendiğiniz insanların ifade özgürlüğünü savunmuyorsanız, siz zaten ifade özgürlüğü yanlısı değilsinizdir. O yüzden artık haksızlığa uğrayanların hangi güruhtan olduğunu bırakıp, baskı yaratan iktidarlara karşı tutum alma bilincine ulaşılmalı. Zaten yasalar yasa değil, fakat artık yürütme de yasaları dinleme gereği duymuyor. Basılmamış kitabı imha etmek, çarpık kanunlara bile aykırıdır. Bu olayın şu açıdan iyi olduğunu düşünüyorum; Her gelen baskıcı iktidarı destekleyen muhafazakar ve liberal kesimler dahi böyle bir olayı beklemedikleri için "AKP bizi rezil edecek" telaşına düştüler ve bu olaya tepki gösterme zahmetine giriştiler. Tabi makul olmayan baskıları eleştirirken kendilerince makul olanlara ses çıkarmadıklarını biliyoruz, bu da orta vadede değişecek bir tutum değil.
Kitapların, fikirlerin yasaklanmadığı, polis ve ordu güçlerinin ılga edildiği, ne yerel bürokrasilerin, ne dış güçlerin halklara müdahale edemediği bir dünya için... Şerefe."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder