9 Ağustos 2011 Salı

Nesline Dil Attıklarım

Birkaç ayda bir Yılmaz Özdil yazısı okur, gaza gelirim, küfrederim. Üreme mevsimi gibidir bu benim için; okurum, beynim kızışır, ürerim, üretirim, düşük yaparım. Geçende bir arkadaşımın Özdil'in "Benim Neslim" yazısını tavsiye etmesi üzerine, Özdil okuma zamanımın geldiğine karar verip yazıyı okudum. Genelde Yılmaz Özdil ve diğer ulusalcıları okuduğumda olduğu gibi, büyülenmiştim. Özdil'in yazısının her bölümüne alıntı-cevap şeklinde bir yazı yazmayı düşündüm. Gerçi öyle bir yazıydı ki, daha ilk cümlesine, bir blog yazısı uzunluğunda cevap verilebilirdi. Nitekim bugün, elimdeki güzide Brave New World kitabını masaya koyup yazmaya başladığımda, öyle oldu. Ben de, birinci cümlesine olan cevabımı silmeden diğer bölümlere daha kısa cevaplar vererek devam ettim. Bol hakaretli, bol ithamlı bir yazı çıktı ortaya. İyi de oldu, çünkü ulusalcı kesime fazla nazik davranıldığını düşünüyorum. Hadi başlayalım.

Ermenistan Cumhurbaşkanı, “Ağrı’yı alabilecek miyiz?” diye soran gençlerine, “Bu sizin neslinize bağlı... Benim neslim, üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirdi, Karabağ’ı düşmanın elinden aldı, bundan sonrası sizin neslinizin başarısına bağlı” dedi.

Öncelikle Sarkisyan'a atfedilen bu söz, tamamen Hürriyet'in, Türk basınının ve Yılmaz Özdil'in, halkı tahrik etmeye yönelik bir çarpıtmasından başka bir şey değil ve üzerinden zaman geçmeden, Ermenistan tarafından tekzip edildi. Soruyorum, Atatürk'e atfedilmiş, onun söylemediği yüzlerce söz yok mu? Örneğin ona atfedilen şöyle bir söz var: "Tanrı nasip eder, ömrüm vefa ederse; Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım!"

Şimdi, ben Atatürk'ün dünya görüşünü, sözleri sarfetmeden önce kendi düşüncesinden çok ortamın müsaitlik derecesini ölçmesini ve kullandığı dili bilen biri olarak, bu sözü Atatürk'ün söylediğini düşünmüyorum. Fakat ortada böyle bir söz var diye, Kuzey Irak halkı Türkiye ile savaşa mı girmeli? Kaldı ki, yukarıda da belirttiğim gibi, Sarkisyan'ın bu sözü tekzip edildi. Lakin, çamur atılsa da izi kalır, çoktan başbakan bile kınama açıklaması yapmış, milliyetçi güruh protestolarda bulunmuştu.

Fredy Perlman'ın, Er-Tarih'e Karşı, Leviathan'a karşı kitabında, Hobbes'ın Leviathan'ına yaptığı bir benzetme vardır. Perlman, Hobbes'a yaptığı bu göndermede, "suni hayvan" olarak nitelendirdiği devletleri iki modele ayırır; biri kurt devlet, biri ahtapot devlet. Kurt devletler, bir tenya, kurt, solucan misali, Nokia'nın eski yılan oyunu gibi, komşu topraklara akınlar düzenledikçe, ganimetleri yedikçe, topraklarını genişlettikçe büyürler. Bu devletler, uzak ülkelere ticaret konusunda başarılı değildir, askeri güce ve savaş teknolojisine dayanırlar. Hatta ticaret, onlar için bir zayıflatıcı unsurdur çünkü uzak ülkelere mal taşırken, ordularını da beslemek zorunda olduklarından ciddi zararlara girerler. Örnek olarak Romalılar verilebilir. İkinci devlet olan ahtapot türü devletler ise askeri bakımdan çok güçlü olmamakla birlikte, ticarette gelişmişlerdir. Her yere kolları uzanır fakat topraklarını geliştirme gereksinimleri yoktur, çünkü bu ticari kollar, ahtapotun asıl kafasını ve vücudunu da beslemektedir. Bu devletlerde de kölelik olmazsa olmazdır, fakat bu devletler, yaptıkları zulmü örtmek için, sanatı ve mimariyi kullanırlar. Ahtapot devletlere de Antik Yunan örnek gösterilebilir.

Bu iki türü en başarılı şekilde ilk birleştirmeyi başaranlar, ilk İslam devletleri olmuştur. Kurucuları zaten tüccar olan İslam dini, fetih kültürünü ve onlara boyun eğmeyen gayrimüslimlerin sadece mallarını değil, kendilerini de ganimet olarak köleleştiren "kurt" modeli de kullanmıştır, Antik Yunanistan'ın sanat, teknoloji ve bilim kaynaklarını da Arapça'ya çevirip kendi orijinal ahtapot devletini geliştirmiştir. Bu karışım, "kurt devlet" geleneği olan Türklerin tarih sahnesinde belirmesiyle, İslam devletlerinin ahtapot modelini aşındırsa da uzun yıllar bu sentez korunmuştur.

Teknoloji ve sanayiyle birlikte, "kurt" ve "ahtapot" devlet modelleri arasındaki farklar iyiden iyiye azalmıştır, günümüzdeki globalleşme sayesinde dünya, kafası Amerika olan koskoca bir ahtapot halini almıştır. Başbakan da, bu sistemin bir adamıdır ve "toprak alma" gibi bir laf duyduğunda, bizim lehimize, başkasının lehine olsun, tepki vermesi doğaldır. Sorsanız, tarihteki feyz aldığı siyaset adamları, en fetihçi, en yayılmacı padişahlar olacaktır fakat günümüzde bu "kurt" devlet modeli, açıkça dile getirilemeyecek bir model olmuştur. Dahası, buna gerek de kalmamıştır çünkü kapitalizm, yayılmanın ve sömürünün daha kolay ve örtülü yolunu bulmuştur. Diyeceğim şu ki, başbakanın, toprak alımları ile ilgili sözlere tepki göstermesi, kınama açıklaması çok doğal, çünkü artık neyin revaçta olduğunun farkında. Ulusalcı güruh ise tepkisini bu açıdan vermiyor; onlar daha "kurt" olmanın derdindeler; o yüzden fetihçi ve militarist gücün özlemini çekmekteler fakat o devir kapandığı için asla başarılı olamayacaklar, sadece sistemin gerekli bir parçası olabilecekler.

İkinci bir konu, diyelim ki Sarkisyan bu sözleri dile getirmiş olsun. Yine başa dönelim, Sarkisyan yerine Atatürk figürünü koyalım, Ağrı yerine Kerkük. Gençler şöyle sormuş olsun; "Kerkük'ü alabilecek miyiz?" Buna Atatürk'ün cevabı da; "bu, sizin neslinize bağlı... Benim neslim, üzerine düşen görevi yerine getirdi, devleti Ermenilerden, Rumlardan temizledi, Hatay'ı düşman elinden aldı, bundan sonrası sizin neslinizin başarısına bağlı."

Özdil bey ve diğer Kemalistler, bir dakika düşünün. Böyle bir senaryo gerçekleşmiş olsaydı, ne tepki verirdiniz? Ben adım gibi biliyorum ki, bu anektod, Atatürk'ün gençlere verdiği önemi göstermek için, her yerde kullanır, siz de yazınızda sık sık gururla atıfta bulunurdunuz, gençlerin miskinliğinden, Atatürk'ün vasiyetini yerine getirmediklerinden şikayet ederdiniz. Bu ne ikiyüzlülük o halde?

Neyse, devam edelim.

Benim neslim ise... "Hepimiz Ermeni'yiz" diye sokaklarda yürüdü.


Sayın Yılmaz Özdil, siz, insan türüne bulaşmış kara bir lekesiniz. O tüyler ürpertici cinayet, kurbanının tek suçunun Ermeni oluşu, karısı Rakel Dink'in o günden beri her konuşmasında çektiği acı, sesindeki titreyiş, bir köpeği bile ağlatmaya yeter lakin size bir şey ifade etmiyor olabilir. Empati kurmak, insanların acılarını anlamaya çalışmak zorunda değilsiniz. Ben de size o sokaklarda yürüyen insanların neden "hapimiz Ermeni'yiz" dediklerini tekrar tekrar açıklamak zorunda değilim. Şahsi kanaatim, dilinizin kopması, ellerinizin kesilmesinin insanlığa daha yararlı olacağı yönündedir. Çok mu ileri gittim? Sanmıyorum, çünkü çevremde halihazırda ırkçı, ellerinde bayraklarla, dillerinde nefret sloganlarıyla dolaşan raporlu-raporsuz deliler tanıyorum. Çarşamba-Fatih civarında dolaşırsanız, bir elinde Suudi Arabistan bayrağı, diğer elinde Atatürk resimli Türk bayrağı taşıyan, "Hain Kürtler, Atatürk keser, orospu çocuğu Ermeniler, kahrolsun Yahudiler" diye akşama kadar slogan atan bir deliyle karşılaşacağınızı tahmin ediyorum. Ona, "şu evde bir Ermeni var" demeniz yeterli olacaktır. Tıpkı Ogün Samast'a, "şurada bir Ermeni var" denilmesinin yeterli olduğu gibi.

Katil Ogün değil, katil o deli de değil. Katil sizsiniz, Özdil.

Futbol Federasyonu’nun ambleminde Ağrı Dağı bulunan Ermenistan’la milli maç yaptı, Erivan’da milli marşımızın ıslıklanmasını naklen seyretti, sonra ayıp olmasın diye, Bursa’daki maçta Azerbaycan bayraklarını yasakladı.


Bayrakların gözümde bir bez parçasından ve gereksiz doğa tahribatından ötesi olmadığı ve yasakçı güçlerle aynı safta bulunmadığım için, bayrak yasağı konusunda yorumda bulunma gereği duymuyorum (Irkçı bir Türk olduğunuz için, Azeri bayrağına olan yasağa köpürdüğünüzün farkındayım). Fakat üzerinde iki çift laf etmek istediğim konu şu; bir futbol federasyonunun ambleminde Ağrı Dağı olamaz mı? Bizim bayrağımızda neden ay-yıldız var? Diğer ülkeler, hatta uzaylılar, ay ve yıldız bizimdir diye bizimle savaşa mı girmeli? Hem Ağrı Dağı nereden sizin veya onların oluyor? Hiçbir toprak parçasını, hiçbir ağacı, hiçbir denizi, ne bir insanın, ne bir devletin, ne bir halkın parsellemeye, sahiplenmeye hakkı yoktur. İnsanlar "medeniyet denen tek dişi kalmış canavarı" icat ettiğinden beri bu hakkı kendilerinde görür oldular, siz de o tek dişin çürük kökünde bir mikrop olarak tabi ki devletçi anlayışta olup bu görüşü savunacaksınız. Fakat o dağ ne kadar benimse, "buradan da çok güzel görünüyor" diyen bir Ermeni'nindir de aynı zamanda. Dağ, resmi anlamda Türkiye sınırları içerisinde olabilir. Fakat devlet, resmiyet, sınır, cart, curt, bunların ne kadar boş kavramlar olduklarını bilmiyorsunuz sayın Özdil. Koşullanmışsınız, Pavlov'un köpeği gibi.

Adamlar bize günahını bile vermezken, benim neslim Eurovision’da Ermenistan’a 12 tam puan verdi. (Hatta, mümkünse 22 puan verebilir miyiz diye sorduğumuz... Eurovision yöneticilerinin ise, yalakalığın bu kadarı da fazla diye reddettiği iddia edildi.)


Eurovision, yapacak başka işi olmayan doğu Avrupa ve batı Asya ülkelerinin dışında kimsenin siklemediği sikko bir "müzik" yarışması. Sizin görüşünüz ise daha sikindirik, çünkü bunun sikko da olsa bir müzik yarışması olduğunu idrak edememişsiniz. Şarkının kaç puana layık olduğu, o şarkıcıların hakettiği değer umrunuzda değil. "Ermeniyse, günahınızı vermeyin" görüşündesiniz. Çünkü sizin insani değerlerle işiniz yok; insan kavramını soyutluyor, herşeyi suni bir kavram olan devletler arası mesele gibi görüyorsunuz. Pavlov'un köpeğine, bir akrabam olarak kendi doğamı öğrenmemde, dolayısıyla sizin salyalarınızın neden kaynaklandığını görmemde yardımcı olduğum için saygı duyuyorum.

Benim neslimin gazetecileri...
Soykırım Anıtı’na çiçek koydu.
Saygı duruşunda bulundu.


Vicdandan yoksun bir insanın anlayabileceği eylem değil elbette. Ben de en kısa zamanda gitmeyi düşünüyorum. Çiçek koyar mıyım, saygı duruşunda bulunur muyum bilmem, lakin, tüylerimin diken diken olacağı kesin. Sizin tanrınız Atatürk, kıbleniz Anıtkabir diye, şirke mi düşmüş olacağım dersiniz? Katlim vacip mi olacak? Ya da, lise yıllarıma kadar yıkanan beynimle Atatürk'e saygı duyup, Nutuk da dahil, "Atatürkçüleştirmek" için yazılmış pekçok kitabı okuduktan sonra bundan vazgeçtim diye, şu anda mı boynumun vurulması gerekiyor? Malum, şeriatta mürtedin cezası idamdır. Kemalizm dininde de paralel olarak, vatan hainliğinin cezası idamdır. Neyse.

Benim neslim, Türkiye ile Ermenistan arasındaki hakemliği, bırak soykırımı tanımayı, soykırım yoktur diyeni
hapse tıkan İsviçre’ye yaptırdı.


Devletçi ağızda konuşmaya niyetim yok. Bana göre hapisler ve polis kurumu tümden kaldırılmalı. Kimin hakeminin kim olduğu konusu da umrumda değil, Sarkisyan ile Gül'ün hakeminin Michaelin Galmi-Rei mi yoksa mi olduğu beni ilgilendirmiyor, zira ben de, arkadaşım Agop da, bizim bir hakeme ihtiyacımız olmadığının ve bu olayların birer kurmaca olduğunun bilincindeyiz. Lakin şunu da söyleyeyim; Ermeni soykırımını reddetmek, Nazilerin Yahudi soykırımını reddetmekle eşdeğerdir (Sanmyın ki Yahudi soykırımını inkar eden yok). İkisi de olmuştur, anti-semitist iseniz Yahudi soykırımını, Türkçü faşist iseniz Ermeni soykırımını inkar edersiniz.

Benim neslimin “1 milyon Ermeni’yi öldürdük” diyen yazarı, “onur konuğu” olarak Çankaya Köşkü’ne davet edildi.


Kimin Köşk'e davet edildiği ve ideolojilerini takip etmiyorum açıkçası. Lakin Ermenilerle ilgili bu sözü eden kişi olarak en başta Orhan Pamuk geliyor aklıma. Kendisinin hayranı değilim, şahsen yazarın yerinde olsam daveti de reddederdim, fakat; Yılmaz Özdil, sizden, kimin onur konuğu olması gerektiğini düşündüğünüze dair bir liste beklerdim. Banu Avar mı? Nihal Atsız'ın kafatası mı? Yaşar Kemal gibi bir ismin karşısına kimi koyabilirsiniz? İnsanların kalemleriyle, edebi eserleriyle değil, resmi tarihi reddetmeleri/onaylamaları üzerinden değerlendirilmelerini savunuyorsunuz, şaka mısınız?


Benim neslimin liboşları “Atalarımız soykırım yaptı, özür diliyoruz”
diye imza kampanyaları açtı.

Gururunuza mı dokundu? Sizin atalarınız, kaliteli Türk sperminden hayat bulduğu için, öyle bir şey yapamazdı yani, öyle mi? Veya siz, Hıristiyanların "kalıtsal günah" anlayışına sahipsiniz; ataları bir toplumsal suç işlemiş bir milletin çocuklarının da günahkar olduğunu düşünüyorsunuz, o yüzden ki Türklüğü överken, Kürtlere, Ermenilere nefret kusuyorsunuz.

Şahsen ben soykırımın tümden Anadolu halkına atfedilmesine karşıyım. Bunu, kimseyi aklamak adına söylemiyorum, tarihi bir gerçek bu. Suçu, cumhuriyetin kurucu kadrolarında da bulundukları için toz konduramadığınız İttihatçılar işledi. Bu suça ortak olmaya yer yer zorlanan, yer yer beyinleri yıkanan Anadolu insanı olduğu gibi, soykırımdan kaçan Ermenilere kucak açmış Anadolu insanları da vardı. Öyle ki, binlerce Ermeni, komşularının evinde Türk ve müslüman rolü yapmak zorunda kaldılar. Günümüzde hala o yıllarda zorla müslüman olmuş binlerce Ermeni, bu sınırlar içinde yaşamaktadır.

İkincisi, özür konusu. Kalıtsal günaha inanmadığım için, özrü de anlamsız buluyorum. Şüphesiz günümüze kadar ayakta kalabilmiş tüm halkların ataları insanlık suçları işlediler. Benim burada yapacağım tek şey, Ermenilerin acılarını anlamaya çalışmak, empati kurmaktır. Bunu yaptığınızda, sizden özür de beklemiyorlar zaten.

Benim neslim, soykırım yalanıyla
adeta tek başına mücadele eden ve dolayısıyla benim neslimi utandıran,
Türk Tarih Kurumu Başkanı Profesör Yusuf Halaçoğlu’nu görevden aldı.

Sizden, "Pek çok Kürt dediğimiz insan aslında Türkmen asıllıdır. Bugün Kürt olarak bilinen hatta hatta Alevi Kürt olarak bilinen insanlar maalesef Ermeni'den dönmedir" sözlerini sarfeden, sizin gibi ırkçı olan bir tarihçiyi savunmaktan başka bir şey beklenmezdi. Görevinden alınmış, "umurumda değil, sırtımda yüktü" deyip Gazi Üniversitesi'ndeki asli görevine dönmüş, ne büyük işkence! Peki neden Ermeni sorununu, Kürt sorununu dile getirdiği için bok, kusmuk yedirilen, asılan, faili meçhul cinayetlere kurban gidenleri de dile getirmiyorsunuz? Sizin gibi arkası sağlam olmadığı için, sizin gibi kaleminden kan akıtmadığı için susturulan, kariyerleri bitirilen, tehditler alan yazarlardan, tarihçilerden niye söz etmiyorsunuz? Yunan mitolojisinde Orthrus denen iki başlı köpek vardır, onun gibi iki yüzlüsünüz.
Benim neslim, Soykırım
Kongresi’ne ev sahipliği yapan
Avrupa Parlamentosu’nun heyetine
ev sahipliği yaptı, TBMM’de ağırlayıp ziyafet verdi, çini tabak hediye etti.

Umurumda değil.

Benim neslim, video kliplerinde Atatürk’ün fotoğrafını gösterip “katillll” diye bağıran, Ermeni rock grubu System
of a Down için fun kulübü kurdu.

Hahaha. "Fun" kulübü ne lan, "fan" olmasın o? Her neyse, Yılmaz Özdil için, kendi tabiriyle "fun", bizim değişimizle "fan" kulübü kurulmuyor mu? SOAD için neden kurulmasın? Atatürk'e katil demişlermiş. Müziğini dinlediniz mi SOAD'ın, Özdil bey? Kendileri, muhalif bir gruptur. Başbakanımız Irak'a giren ABD ordusuna takviyeleri, yardımları düşünürken, bu grup Irak savaşına ve Bush'a karşıydı, genel olarak Amerika'nın ilan ettiği teröre karşı savaşa karşılar, sizin için bir şey ifade ediyor mu?

Onu bilmem, fakat sizin için bir şey ifade etmeyecek bir şey söyleyeyim; bu grubun üyeleri, Ermeni Soykırımı'ndan kurtulmuş, yani Suriye'ye sağ ulaşabilmiş ve oradan Amerika'ya kaçmış insanların torunları. O dönemin liderlerinden birine de katil demeleri doğal. Atatürk'e, Enver Paşa'ya, Büyük Aleksandr'a katil demek, ne Türk halkını, ne Rumları, ne Hinduları itham altında bırakır. Bunu bile anlayamayacak kadar çok tapıyorsunuz Atatürk'e ve ona karşı her sözü kişisel hakaret olarak algılıyorsunuz. Kaldı ki, bir Türk olarak, Atatürk'e ben de katil diyorum, ne yapacağız şimdi? SOAD'ın yaptığını söylediğiniz şekilde buyrun ben de tekrarlayayım: "Katilllll". Fazladan bir L de ben ekledim, XXXXXL oldu, yeter mi? Atatürk'ün, tarihteki en kanlı liderlerden biri olmadığı kesin, fakat katil olmadığını iddia edemez ve halk üzerindeki zararlarının bir asır sonra bile sürdüğü gerçeğini değiştiremeyiz. Şu soruyu dürüstçe kendinize sorun: Katil olunmadan, devlet kurulabilir mi, kurulsa da ayakta tutulabilir mi?

SOAD, Atatürk'e, Enver Paşa'ya, katil demiş olabilir, bunda ne bana, ne size, ne Türk halkına itham var. Fakat siz, her satırınızda Ermeni halkını, kapı komşum Agop'u karalıyor, onların hayatını tehlikeye atıyorsunuz, farkında mısınız?
Beyrut Büyükelçiliği Başkâtibimiz Oktar Cerit, iman tahtasından vurularak şehit edildi; katilin kim olduğu belliydi ama, yakalanmadı. Beyrut Büyükelçiliğimiz tarandı, füze fırlatıldı. Beyrut Büyükelçiliğimizin askeri ataşesi’nin otomobili havaya uçuruldu. Beyrut THY bürosu bombalandı. Paris Başkonsolosluğumuzu silahlarla işgal
edip, 56 Türk’ü rehin alan, Konsolos
Kaya İnal’ı ağır yaralayan, güvenlik görevlimiz Cemal Özen’i şehit eden Asala teröristleri, Lübnanlıydı. Topkapı Sarayı’nı otomobilin bagajına yerleştirdikleri bombayla havaya uçurmayı planlarken, erken patlama sonucu ölen Asala teröristleri, Lübnanlıydı. Asala, ilk radyo yayınını Beyrut’ta başlattı. Lübnan, sözde soykırımı tanıdı, bizi bebek katili ilan etti.

Bunları okurken "acaba konuyu nasıl bağlayacak" diye içimden geçiyordu, zira ASALA'nın sivilleri değil diplomatları ve havayollarını hedef aldığı, Lübnan iç savaşı esnasında kurulduğunu zaten biliyoruz (Bu arada islamofobik bir insana şehit kelimesini kullanmayı yakıştıramadığımı da bildireyim, fakat sivil bir insan olan Dink'in katline sıradan bir sinek öldürmesiymiş gibi muamele yaparken, Türk diplomatların öldürülmelerine "şehit" yakıştırması yapmanızdaki ikiyüzlülüğü gayet güzel yakıştırdım). Öldürülen, sürülen, isimleri, dinleri zorla değiştirilen bir halkın sivil insanlarına yazı boyunca yapılan onca saygısızlıktan sonra, Marksist bir örgütün, öldürülen diplomatın, Ermeni halkıyla, konuyla ne alakası olduğunu düşünürken, merakım giderildi:
Benim neslim...
Lübnan’a Türk Telekom’u verdi.

Sıradan bir ulusalcı hezeyanı, özelleştirmeler sonucu ülkenin elden gideceği yaygaraları araya böylece iliştirilmiş. Yani, yabancı bir ülkeden iş adamı geldiğinde, "senin ülken Ermeni soykırımını kabul etti" diye geri çevireceksin, bu nasıl bir anlayıştır? Aslında bu tiksintinin arkasında yatan neden, o adamın ülkesinin politikaları değil, sadece adamın Türk olmayışı, yani ırkçılık. Ne olacak? Sabancı'lar, Koç'lar, Boyner'ler bizi arkadan tecavüz etsin, onlar Türk olduğu için sorun yok, devlet kurumları ile zaten nikahlıyız ve nikah içi tecavüz yasal, fakat yabancı bir iş adamı bizi düdükleyince yasak! Karşı çıkacaksanız, devlet kapitalizmini de, serbest piyasayı da, Türk şirketleri de, yabancı işadamlarını da tümden reddedeceksiniz, ırkçılığınıza zemin hazırlamak için bu 1930'lardan kalmış faşist ideolojilerinizi milletin beynine enjekte etmeyeceksiniz.

Ayrıca, bir üstteki "Lübnan, sözde soykırımı tanıdı, bizi bebek katili ilan etti." sözünüze ithafen belirteyim, soykırımı tanıyan kimse, sizi bebek katili falan ilan etmiyor. Her Türk'ün yaptığını kendi suçunuz gibi görmeyi, kendinizi "Türklük" diye sonradan uydurulmuş bir kavrama sokmayı bırakın. Siz, Yılmaz Özdil olarak, katilsiniz. Soykırımdan dolayı değil, ırkçılığınızdan dolayı katilsiniz. Kahrolası hukuk sisteminde katil olarak hiçbir zaman hüküm giymeyeceksiniz, fakat bu sizin katil olmadığınız anlamına gelmez.
Obama’nın memleketi sözde soykırımı kanırta kanırta tanırken... Benim neslim, Obama gelecek diye Anıtkabir’e oda parfümü sıktı. Çankaya Köşkü’nde dip köşe temizlik yaptı. Cumhurbaşkanımız vişneli yaprak sarması, peynirli suböreği, içliköfte, tava lagos, deniz börülcesi, enginarlı mantı, limon kremalı safran sosu gezdirilmiş fıstıklı baklava, nevzine ve kaymaklı ayva tatlısı ile Kayseri mutfağında önemli yeri olan Corvus Teneia ve Sarafin Cabernet Sauvignon şarapları ikram etti. TBMM’ye giden Obama’ya TBMM Başkanımız lokum tattırdı, ayakta alkışlayan mebuslarımız el sıkışmak için kuyruğa girdi. İstanbul’a geçen Obama’ya Dolmabahçe Sarayı Müsabihan Köşkü’nde Türk sanat musikisi dinletisi sunuldu. Sultanahmet Camii’ne girerken ayakkabılarını çıkaran Obama, benim neslime duygulu anlar yaşattı. Ayasofya’ya girerken sütunun kenarında oturan kediyi okşadı, benim neslim Obama’nın ayakkabılarını ve kediyi canlı yayına çıkardı, ayakkabıların 45 numara, “Gli” isimli mübarek kedinin de şaşı olduğu ve daha önce Ayasofya’yı ziyaret eden Papa tarafından okşanarak kutsandığı ortaya çıktı. Tophane-i Amire’de üniversite öğrencilerine konuşan Obama, sanki beş vakit namaz kılıyormuş gibi “ezandan önce bitirelim” dedi, pek takdir edildi. Adanalı kebapçı 5 koyun keserek yaptığı 5 metrelik kebabı Obama’ya ithaf etti. Ceyhanlı bi bakkal, Obama’nın kızlarına Cooker cinsi yavru köpek hediye edeceğini müjdelerken, Sivas daha atik davrandı, Kangal gönderdi. Bartınlı ev hanımı ise, först leydi Mişel Obama’ya tel kırmalı işlemeli şal postaladı. Van’ın Gürpınar İlçesi’ne bağlı Çavuştepe Köyü’nde 44’üncü Başkan Obama şerefine 44 kurban kesildi, davul zurnayla halay çeken Çavuştepe sakinleri adına basın açıklaması yapan Abdülkerim Kulaz “her zaman arkasındayız” dedi. Obama’nın ninesinin Kogelo köyünden hemşerileri olan ve Kayseri İmam Hatip Lisesi’ne devam eden Kenyalı öğrenciler televizyona çıkarıldı, Türkiye sizinle gurur duyuyor diye omuzlara alınarak, baklava yedirildi. Samsunlu yerel sanatçı, üzerine “Mister Obama” yazdırdığı kemençesiyle özel beste yaptı. Vezirköprülü el sanatları öğretmeni, Obama ailesine seccade, yemeni ve Osmanlı yeleği tasarladı. Beyşehirli balıkçılar, air force one’a 6.5 kilo sazan gönderdi, “iyi de yolda kokmaz mı?” sorusu üzerine açıklama yapan Beyşehirli balıkçı Mehmet Sezen “bi şeycik olmaz, strafor kutularda buzladık” dedi. Uzaylı sanatçımız Mustafa Topaloğlu “Hello Obama, hoş geldin başkanlığa, durdur bu savaşları, bitsin artık gözyaşları, geri getir umutları” klibini yayınladı, hit oldu.

Laf kalabalıklarıyla yazıyı doldurmak bu olsa gerek. Umarım oruçlu insanlar bu yazıya denk gelmemişlerdir.

Obama'ya yapılan yalakalıklar beni ilgilendirmez lakin Türk halkını ve Ortadoğu'yu hiçbir zaman anlamayacak sayın Özdil; iki noktayı kaçırıyorsunuz veya bilip de bilmemezlikten geliyorsunuz. Birincisi, bu halk, diğer Ortadoğu halkları gibi, genel anlamda Amerikan karşıtıdır lakin, Obama göreve geldiğinde, tüm İslam dünyasında, Bush hükümetinin barbarlıklarının bitebileceği yanılgısı, yani bir umut vardı ki buna, Amerikan anarşist ve özgürlükçü sol aydınlar gibi, ben de gülüp geçmiştim. İkincisi, Amerikan hükümeti de, Türk hükümeti de Ermenilere yapılanların soykırım olduğunun farkındalar. Neden Türk hükümeti bu olayın tarihçilere bırakılmasını istiyor? Olayın bilimsel aydınlığa kavuşması için değil, zaten herşey ortada, fakat "resmi tarih" adamlarını oraya oturtup, inkar ettirmek ve buna bilimsel gerçek demek için bu talepte bulunuyorlar. Amerikan hükümeti de olanların farkında fakat onlar da her an soykırım kartının cebinde olması ve böylece Türkiye'ye istediklerini yaptırabilmek için kabul etmiyor. Türk devleti de her sene Amerikan tarih adamlarına, bu milletin cebinden çıkan milyonlarca dolarları boca ediyor, her sene bu olay halı altına itiliyor. Türkiye Cumhuriyeti, soykırımın kabul edilmesinden korkar, çünkü soykırımcı kadrodan isimler, cumhuriyeti de kurmuşlardır. Çünkü, cumhuriyeti kuranlar, İttihatçı kadrodan, ideolojik bakımdan farksızdırlar, yani ırkçıdırlar, bu da Kürtlere sonrasında yapılan katliamları ve diğer halkların Türkleştirilmesini açıklar. Çünkü, Ermeni sorununu kabul etmek, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ırkçı bir devlet olduğunu kabul etmektir. Bugün bunun inkarı, dünyanın düz olduğunu iddia etmekten farksızdır. Ve Özdil, siz, bu ırkçılığı sürdürmek için, tüm Ermenileri hedef gösteriyor, okuyucularınızı dolduruyorsunuz. Bu insan öğütücü makinenin, insan olmayan, metalleşmiş, oksitlenmiş, olmazsa olmaz bir dişlisisiniz.


Yazısını şöyle bitiriyor sayın Özdil:
Değerli gençler...


Efendim?
Benim neslim üzerine düşeni yaptı.
Bundan sonrası sizin neslinize bağlı!


Sizin nesliniz, bu ülkenin yerlilerini, Ermenileri öldürdü, isimlerini değiştirdi, toplumun en alt kademelerine itti, kendi ülkelerinde mülteci konumuna soktu, evlerinden sürdü, mallarına el koydu, öldürenleri kahraman ilan etti. Bu topraklarda 5 kişiden biri yabancı uyruklu iken, şimdi %99'u Türk-Müslüman diye övünüyorsunuz. Üstünüze düşen bu muydu? Bizden ne istiyorsunuz? Son noktayı koymayı, bu ülkede kalan bir avuç Ermeni'yi de biz mi yok edelim? Yıllardır Kurtuluş Savaşı diye anlattığınız, komutanlarınızın nemalandığı iç savaşa, zafer diye böbürlendiğiniz katliamlara bir yenisini de biz ekleyelim, yeni bir sözde Kurtuluş Savaşı mı başlatalım?

Bu yazıyı yazmakla vakit kaybettim, şimdi giden zamanım gibi yok ol, yok ol, yok ol.

1 yorum: